10 Temmuz 2018 Salı

24 - Yer Alabileceği Dersler

Türkçe'nin Yer Alabileceği Dersler
Neler Olabilir?
(Çalışma alanları)
       Yalnızca okullarda ders olarak Türkçe değil, okulun dışında da Türkçe'nin bir iletişim dili olarak kullanıldığı çeşitli alanları görebiliriz. Bazıları şu an uygulanmaktadır, bazılarının gerçekleştirilmesi ise çok da zor değildir.
        Bunları örnek olsun diye aşağıda sıralıyorum:

A ) Anadili olarak Türkçe:
Anaokulu,
Grundschule,
Hauptschule,
Förderschule,
Gesamtschule,
Realschule,
Gymnasium,
Berufsschule,
Fachschule,
Hochschule,
B ) Yabancı dil olarak Türkçe:
Volkshochschule,
Realschule,
Gymnasium,
Fachschule,
Hochschule
C ) Seçmeli yabancı dil olarak Türkçe:
Gymnasium,
Fachschule,
Hochschule
Ç )Kültürlerarası eğitimde Türkçe:
Ana okulu,
Grundschule,
Hauptschule,
Förderschule,
Gesamtschule,
Realschule,
Gymnasium...
D ) Çok ekinli çalışmalarda Türkçe :
Ana okulu,
Gençlik merkezi,
Halk Yüksek Okulu,
Yaşlılar Merkezi...
E ) Danışma merkezlerinde Türkçe :
Türk danış,
Öğrenci danışma merkezi,
Ana- babalar danışma merkezi,
Eğitim danışma merkezi,
Sağlık danışma merkezi,
Telekom danışma merkezi,
İşverenler birliği danışma merkezi, vb....
F ) Öğrencilerin derslerine yardım çalışmalarında Türkçe:
Ev ödevlerine yardım merkezi,
Dersleri destekleyici kurs,
Meslek okulu öğrencilerine destek kursları...

     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 
     25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,


24. )

23 - TÜRKÇE Bir Bilim Dili Olabilir

.  -  Türkçe Bir "Bilim Dili Olamaz" Yanlışı     .

·       Nerede insan varsa orada bir dil vardır!

·       İnsan dili yaratmıştır.

·       İnsanın bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.

Nerede insan varsa orada bir dil vardır!

İnsan dili yaratmıştır.

İnsanın bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.

Her dil zaman içinde ortaya çıkmıştır ve gelişmiştir.

Dilin yaşarlılığı ve etkenliliği, edilgenliliği vardır. 

Tarih içinde var olan dillerden bazıları ölmüşlerdir.

Bazı diller ise konuşulan dil özelliğini yitirmişlerdir.

Ama ne olursa olsun dili dil yapan insandır, tek tek bireylerdir ve o bireylerin oluşturduğu toplumdur.

 Dil düşünme üretmeye doğrudan bağlıdır.

Düşünme üretmek ve çeşitli araştırmalar ve yöntemlerle uğraşılar sonucunda da o düşüncenin ürünlerini görmek yine insanlara özgüdür.

Çağımızda üstün insan, üstün soy... gibi düşüncelere yer verilemeyeceğine göre de bir insana bağlı öğe durumundaki dil için de bir üstün dil varlığından söz edilemez.

Dilin kullanım alanının darlığı ya da bireyin o dili kullanmada kendisini hazır olarak duyamaması çok ayrı bir olaydır.

Bir dilin derlenip, toparlanması, yaşamın her alanına yanıt verebilecek bir donanıma ulaşabilmesi ise o dile sahip olması gereken halk grubunun bir görevidir ve de o halk grubunun genel donanımı ile doğrudan ilişkilidir.

Bilim ise bir dil işi değil, insanın düşüncesinin ve bilgi birikiminin kapsamında bir olaydır.

Bilim denildiğinde ilk akla gelen yöntemler ve dizgeler topluluğu, kendi içinde bir disiplin ve üretkenlik, bir araştırma, değerlendirme ve sonuca varma basamaklılığı... akla gelir.

Tüm bunların birleşmesi gereken tek nokta vardır.

O da insandır.

Bilim insandan yola çıkar ve insanlığa doğru yönelir.

Tüm bu süreç içerisinde etkin olan kişi bilimcidir.

Bilimcinin işi kendi dalındaki bilgilerden yaralanarak, onların kullanım alanlarını genişletmek, yeni alanlar açabilmek ve de tüm bunların sonucun insanlığın tümüne sunabilmektir.

Bu nedenle de bilim genel anlamda evrenseldir.

Bilimi bilim yapan tek ve asıl öğe onun evrenselliğidir.

Kendi içindeki disiplinidir.

Bilimci bir insan olduğuna ve de düşünmesi gerektiğine göre dil onun için, ister konuşan-yazan dil olsun, ister düşünen dil olsun onun en çok gereksindiği varlık olacaktır.

Eğer bir halk kendi bilimcisine kendi anadilini veremez ise, onun anadili donanımını en üst düzeyde tutamamış ise, o bilimci bunun sonucu olarak da bir başka dilin desteğinde kendisini yetiştirmiştir.

Ürünlerini de yine o dilin egemenliğine doğru yönlendirmiştir.

Burada biz hiç bir zaman şunu söyleyemeyiz: "Türkçe yoksul ve sığ bir dildir. Onun gücü bir biliminin düşünmesine ve üretmesine yetmez" diyemeyiz.

Bu tür düşünce ne bilimsel bir yaklaşımdır ne de gerçeklere uymaktadır.

Türkçe tam bir dil yapısına erişmiş, her türlü, duygu ve düşünceyi tanımlamaya, betimlemeye yetecek bir dildir.

Eğer bir bilimcinin en başta gelen görevi üretken olabilmek ise o bilimciden kendi dilinde ürün verebilmesini beklemek de doğal olmalıdır.

Bunun en başta gelen açıklanır nedeni de o bilimcinin disiplinli düşünme sistemine sahip bir birey olması gerektiğinde yatmaktadır.

Bu da yalnızca o bireyin kendisinden beklenmemelidir.

O ülkenin, o halkın kendi eğitim ve öğretim sisteminde daha okul öncesi dönemden başlayarak, yüksek öğrenimin en son basamağına değin kendi anadili en üst düzeyde değerini bulmalıdır.

Onun donanımı ve öğretim yöntemi çağın getirdiği en iyi olanaklarla yerine getirilmelidir.

Bu da her şeyden önce bir eğitim ve öğretim politikası geliştirilmesine bağlıdır.

Ulusal bilincin sağlıklı ve ileriye dönük olarak gelişmiş olması gerekmektedir.

Eğitim ve öğretime yapılan yatırımlar çok uzun süreli olmaktadır.

Güncel kısır politikalardan ve çıkarcılıktan arındırılmış bir ulusal eğitim ve öğretim politikası meyvelerini ileride verecektir.

Kendi anadilinde çok iyi yetişmiş ve yine anadilinde bilim üretmeye yönelebilmiş bir bilimciler kuşağı en verimli çağında çok verimli kuşakların yetişmesine yol açacaktır.

Bu oluşumun sonucunda o ülke ve halkı bilimde ve sanatta çok ileriye gideceği için evrensel uygarlığa da katkıları ayni oranda olacaktır.

Sömürmeye ve sömürülmeye yönelmeyen hem kendi halkına ve de dolayısıyla tüm dünya halklarına ürünlerini sunabilen bilimciden kime bir kötülük gelebilir ki...

İşte bu bağlamda Türkçe de kendine düşen görevi yerine getirecektir.

Bilimcilere düşünmenin ve düşünce üretmenin her türlü olanağını sunacaktır.

Yeter ki bilimciler bu yolda yetiştirilsinler ve de yine var olan bilimciler bu dilin olanaklarından yararlanmayı kendilerine bir görev edinebilsinler.

Gerçek anlamıyla bir aydın olabilmenin tanımları içinde kendi öz değerlerine sahip çıkarak evrensel değerlere ulaşabilmek de vardır.

Türkçe'nin öğrenim dili olarak kullanılmaya başlaması Deniz Harb Okulu'nun kurulması (Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun) ile başlar. 

Bu okul 1773'de Macar asıllı olup Fransız hizmetinde bulunan, bir aralık İstanbul'a gelerek Osmanlı hizmetine giren Baron de Tott ile Cezayirli Hasan Efendi tarafından kurulmuştur.

De Tott Türkçe öğrenmişti.

Derslerini öğrencilerine Türkçe not ettirmekte ve yineletmekte idi.

İngilizce ve İtalyanca bilen Cezayirli Hasan Efendi de gemicilik bilgisini Türkçe öğretmekte idi. Verilen dersler arasında matematik, gemi yapımı ve gemi seyri dersleri de bulunuyordu.

Her iki öğretim üyesinin, batı kaynaklarından yararlanarak hazırladıkları bu dersleri Türkçe vermede terim bulma güçlüğü karşısında, İtalyanca ve Arapca'dan terim aldıkları ve araştırdıkları dikkat çekicidir.

Deniz Harb Okulu, batılı uzmanlardan yararlanmanın ilk örneği olduğu için eğitimde batılaşma ve modernleşme başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Evet, Türkçe bir bilim dalı olursa, hak ettiği yeri alırsa ne olur?

Bundan kimler ve ne ölçüde zarar görürler?

Bizim zarar görmeyeceğimiz ise kesindir.

Bu nedenle de Almanya'da var olan tüm Türkçe dilli bilimcilerin Türkçe üretmeye daha çok ağırlık verebilmelerini istemeliyiz.

Almanca olarak üstlerine düşeni yerine getirmek, Türkçe ile de verimliliğe bir engel değildir.

Tam tersine her iki dilde, ya da İngilizce destekli de olmak üzere üç dilde üretmeye yönelebilmek  ancak daha bir güçlülük ve varsıllık sonucunu doğurur.

Örneğin son yıllarda bilgisayar pazarında Türkçe dilli yazılımların çok başarılı olması ve kendisini kanıtlaması bilim dili Türkçe'nin bir ürünüdür.

Bunun yanı sıra uluslararası üne erişmiş birçok bilimcinin ürünlerini Türkçe de yayınlamış olabilmeleri çoğaltılması gereken örnekler arasındadır.

Yine bir örnek bir çalışma olarak "Türkçe tıp terİmlerİ sözlüğü" hem bilimcilerin hem de halkın anlayabileceği bir ürün olarak gösterilebilir.

Hukuk konusunda Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun ürünleri ve verdiği uğraşılar saygıyla anılmalıdır.

Hiçbir aşağılık duygusuna kapılmadan, kendine güvenerek Türkçe'de yapılacak her türlü bilimsel çalışma sonuç olarak, yine bir başka dilde yapılanıyla eş değerde sonuç verecektir.

Yoksa yalnızca bir tek İngilizce'nin "tek bilim dili" olma yoluyla dünyaya egemen olması devam edecektir.
 Bizim bilimcimize, aydınımıza düşen her iki dilde olduğu gibi kendi anadili Türkçe'de de çok güçlü olarak bilime yararlı çalışmalar yapabilmesidir.

Almanya bundan her hangi bir zarar görmez iken Türkçe dilli halk ve onların geleceği olan çocukları ancak yarar görürler.

Bu uğurda çaba göstermek ve kurumlaşmak, ile

riye dönük olarak bizlerin çıkarına olabilecek bir eğitim ve öğretimi istemek gerekecektir. Bu uzun bir süreçtir.

Bu süreç içinde Türkçe tüm okullarda yerini alabilirse, gelecek kuşaklar içinden Türkçe dilli bilimciler  yetişecektir.

Yoksa yalnızca Almanca dilli bir bilimci olabilmesinin Türkçe dilli halka yararı çok olamasa gerektir! Bu nedenle de şu an her dalda aydınımız ve bilimcimiz, tüm örgütleri de etkileyerek bu konuda iletişimi sağlamalıdırlar ve uğraş vermelidirler.

"Ulusumuzun politik ve toplumsal yaşamında, ulusumuzun fikirsel eğitiminde yol gösterenimiz bilim ve fen olacaktır. Türk ulusunun, Türk sanatı ekonomisi, Türk şiir ve yazınının tüm güzelliği ile gelişmesi ancak okul sayesinde,okulun vereceği bilim ve sayesinde olacaktır."........

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 21.12.2017

. "23"

[1] Bilim  kültür ve öðretim dili olarak Türkçe S.48

22 - Yalnızca Sözlü Olamaz

Bir Dilin Öğrenimi
Yalnızca Sözlü Olamaz
       Bir dilin öğrenilmesi yalnızca eve, aileye ve sözlü öğrenmeye bırakılacak olsa idi, tüm dünyada hiç bir okulda kendi ana dillerinin öğretilmesi olamazdı.
       Yani Türkiye'de okullarda Türkçe dil dersi olamazdı. Ya da Almanya'da okullarda Almanca dersi olmaz idi.
       Böyle bir düşüncenin ne mantıksal, ne de bilimsel bir değeri vardır.
       Her dil ancak okullarda kendi uzmanlarınca, çağdaş araç ve gereçlerle ve yöntemlerle öğretilmelidir. 
       Bu da her halk ve her insan için bir hakdır.
       Devlet de bu konudaki görevini yerine getirip, dersin gerçekleşebilmesini sağlamalıdır.
       Anne ve babalara düşen görev ise anadili konusunda daha sağlıklı düşünebilmeleri ve gerekli uğraşıları göstermeğe hazır olmalarıdır.
       Almanya'da son derece "yanlış" ve de "zararlı bir genel kanı" var ki bunun sonuçlarını düzeltebilmek ise çok zordur.
       Bu kişiler şöyle düşünmektedirler :

w        Çocuğun evde ve çevresinde öğrendiği Türkçe ona yeterlidir.
w        Her şeyi anlıyor, gayet güzel ve doğru konuşuyor. Ayrıca okulda da Türkçe öğrenmesine gerek yok.
w        Çocuk Almanya'da yaşıyor, bu nedenle de geçerli olan dil de Almanca'dır; okulda Almanca öğrenmesi gerekir ve yeterlidir.
w        Çocuk ancak bir dili öğrenir, okuması için de Almanca öğrenmesi gerekir, eğer araya bir de Türkçe girerse, çocuğun kafası iyice karışır, başarılı olamaz.
w        Türkçe zaten neye yarar ki; çocuğun geleceği için yalnızca Almanca yeter.
w        Türkçe'nin geleceği yok, çocuk boşu boşuna onunla uğraşıp zaman yitirmesin.
w        Çocuğun dersleri çok ağır, zamanı yok, bir de Türkçe'ye giderse iyice perişan olacak.
w        Çocuğun diğer arkadaşları evine giderken, oynarken bizimki Türkçe'ye katılırsa bu ona haksızlık etmek olacak.
w        Ben çocuğun Alman öğretmeni ile konuştum, bana "çocuğunuz Türkçe'ye giderse buradaki derslerinde geriler, pek bir yararı olmaz" dedi.
w        Türkçe'ye gitmesini isterdim ama o öğretmende iş yok, hiçbir şey öğretmiyor.
w        Türkçe'ye gidip de ne yapacak, orada sadece lak lak yapıyorlar.
w        O öğretmen sağcı, ben ona çocuğumu göndermem.
w        "Ben çocuğumu o öğretmene göndermem, o adam solcunun teki, çocuğu zehirler. "
      
       İşte bu ve buna benzer düşüncelerle Türkçe dilli anne ve babalar çocuklarını Türkçe dersine göndermemektedirler.     
       Eğer bölgelerinde Türkçe dersi okullarda yoksa açılsın diye de hiç bir girişimde bulunmamaktadırlar.
       Ortada kendi düşüncelerine göre bir sorun varsa onu ortadan kaldıracak çözümleri aramaktan ve bir uğraşı vermektense, hemen pes etmek daha kolay gelmektedir. 
       Bunun sonucu olarak da çocuklar kendi öz dillerini öğrenemiyorlar.
       Yanlış kanıların düzeltilmesi gerek.
       Ailelerin sorularını yanıtlayabilecek, bu konuları iyi bilen Türk aydınları ve bilimcileri halka inebilmenin yollarını araştırıp, bulabilmelidirler.
       Bu arada basın yayın da kendine düşen görevi yerine getirmelidir.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

22. )


21 - Türkçe Çağdaş Ve Güçlü Bir Dildir

 Türkçe Çağdaş Ve 
     Güçlü Bir Dildir
       Almanya'da resmi dil Almanca'dan sonra halkın konuştuğu en büyük anadil Türkçe'dir.
       Sayıları iki milyon yediyüz çerçevesinde olduğu sanılan bu Türkçe dilli halk grubu ne yazık ki kendi gücü oranında temsil edilememekte ve Türkçe hak ettiği yeri alamamaktadır.
       Bugün dünya genelinde 300 milyon kadar insanın konuştuğu köklü ve büyük bir dil olan Türkçe altı ülkede resmi dil konumundadır.
       Almanya'nın eğitim sistemi ise Türkçe'ye çok dar bir hareket olanağı tanımaktadır. Bu alanın genişletilememiş olmasında Türkçe dilli halk grubunun savsaması ve içinde bulunduğu yanlış kanılar da büyük rol oynamaktadır.
       Türkçe dili yüzyıllar boyunca savsamaya uğramış, çeşitli etmenler onun gelişimini kösteklemiştir. Bu ağır koşular altında da Türk dili ne yapıp yapıp öz varlığını ve benliğini korumayı başarmıştır. Anlatı yollarının çeşitliliği ve özgünlüğü bakımından dilimiz dünyanın  en olağanüstü yetenekte ve güzellikte bir dilidir.
       Dilde özgürlük ve özerklik ile dilin gelişip varsıllaşması sorunları, birbirlerinden ayrılmayan, birbirleriyle atbaşı yürümesi gereken bir ilkeyi gösterir.
       Bir dilin varsıllığından ne anlarız?
       Bir defa, her şeyden önce sözcük dağarcığının varsıllığını dile getirir. Ayrıca engin ve gelişmiş bir dilde anlatım incelik ve çeşitlilikleri; kullanışlı ve varsıl içerikli kavram ve düşünce kalıpları; dilin aşılama, çağrışım ve seçkin uygulama örnekleri yoluyla dile getirdiği düşünceler; renk, canlılık, kıvraklık ve dygulanma unsurları...
       Birkaç sözcükle söyleyecek olursak geniş anlatı olanaklarının yaratılması ya da esinlenmesi; dil bilinci, dil duygusu, dil estetiği; dilin vurgusu, ses uyumları ve düzenliliği gibi özellikleri; dakiklik, ve ince anlam ayırımları duyarlılığı gibi nitelikler hep dil varsıllığını belirleyen ve simgeleyen özelliklerdir.
       Bunları da yazınsal dil açısından ve bilimsel, mantıksal anlatım açısından olmak üzere iki bölüm olarak düşünmek yerinde olur.  
       Çünkü, örneğin, bir ve aynı sözcüğün birden fazla anlam taşıması cinas gibi bir yazınsal sanat açısından dilin olumlu bir özelliği sayılabileceği gibi, anlatı açıklığı ve dakikliği açısından olumsuz bir özellik sayılmak durumundadır.
       Dilimizin ileriye yönelik gelişmelere yetenekli olduğundan şüphe edilmez. Dilin ekin dili ve daha da öte bir bilim dili yönünde geliştirilmesi ise bir devamlılık işidir. Bu amacın gerçekleştirilmesi kesin ve açık bir gereksinim olduğuna göre bu yolda duyulacak tüm çekinceleri ne yapıp yapıp bir kıyıya itmek zorunluluğundayız.
       Özellikle öğretim dili olarak Türkçe'nin yurdumuzdaki toplumsal yeri günümüzde güncel ve ivedili bir sorun boyutlarını taşımaktadır. Bugün birçok yüksek okulda birçok dersin başka bir dil aracılığıyla verilebiliyor olması çok düşündürücüdür.
       "Bilim uluslararasıdır. Uluslararası bilim dili ise İngilizce'dir. O halde eğitimi İngilizce yapalım" "yanılgısı" devam etmektedir.
       Bilimin uluslararası olan yanı onun yöntemleridir. Hangi konuda araştırma yapılacağı, ne üzerinde çalışılacağı, yani bilimin amaçları, erekleri ise ulusaldır, toplumsaldır, kişiseldir.
       Yabancı dilin, başlı başına yabancı dil derslerinde, özel yöntemli, görsel ve işitsel dil kurslarında öğretilmesi gerekirken Türkiye'de yeni ve çok verimli yabancı dil öğretme yöntemleri uygulanmamış, onun yerine gittikce sayısı artan okullarda, birçok dersin Türkçe yerine İngilizce verilmesine çalışılmıştır.   
       Öğretim dili olarak Türkçe'nin savsaklamaya uğramış olmasının etkileri Türkiye dışına buralara kadar ulaşabilmektedir. Bir dile verilen toplu ve genel değer yargıları o dilin tüm yayılma ve etkileme alanlarında kendisini gösterir... Böylesine uzun süredir gele gelen genel kanı ve eğilim ise kendine özgü de bir dil mentalitesi geliştirmiştir. İşte bu  "kabul edilir olma durumu" etkilerini Avrupa'daki Türklerde de kendisini göstermektedir.
       Buna bağlı olarak da kendi gelecekleri demek olan çocuklarının, okullarda Türkçe dilini öğrenmeleri yönünde duyarlılığı ve bir çabayı gösterememektedirler. Türk dilini Almanya'da kullanma ve geliştirebilme konusunda çok yetersiz kalmaktayız. Bu durum ise bir ekin yıkma ve kendini dışa bağlama olgusunu da, ister istemez, beraberinde getirecektir.
       Türk dilini ilerletmek , işletmek ve geliştirmek demek, öteki dillerde, tarihte ve de şimdi bilim, sanat, teknik, endüstri, felsefe, hukuk, ahlak, dil, din, politika, sanat.... alanlarında, başta anıtsal yapıtlar olmak üzere, yazılmış olanların dile kazandırılması ve şimdi, adı geçen alanlarda, o alanların eliyle, dilimize, bilinmeyen, yeni, özgün anlamlar getirmesi ve bunların dile dökülmesi; Türkçe'de, tarihte, unutulmuş olanların temizlenerek diriltilmesi, bırakılmış olanakların yakalanması demektir. Bu eylemlere ise yalnızca dil çalışmaları destek olur.
       Türk dilini ilerletmek demek, bu işlemlerin bilim, teknik ve endüstri alanının adamlarınca yapılması, bunun Türk dilinden dökülüp yazıya geçirilmesi demektir.
       Bilindiği gibi Atatürk, Türk dilinin hem anlam hem de biçim yönünden, gerçekleştirilecek Türk ulusuna dönük hümanizması için devlet adına
     "milli his ile milli dil arasındaki bağlantı çok kuvvetlidir. Dilin milli ve varsıl olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en varsıllerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır."
sözleriyle 2 eylül 1930'da bir çağırıda bulunmuştur.
       Bu sözler bu gün için de ayni derecede önemlidir ve geçerlidir.
       Biz öteden beri dilimize büyük ilgi ve özen göstermiş bir ulusuz. Son yıllarda tüm dünyada orta ve gerekse yüksek öğretimde İngilizce'nin ağırlık kazandığını gözlemlemekteyiz.
       Ayrıca  toplumsal yaşamımızda (yirmiye yakın dilden oluşan) Osmanlıca ve Frenkce kokan " dil çorbası dönemi" başlamıştır artık. Ses bayrağımız Türkçe 1980'li yıllarda vurgun yedi. Dikkatlice okuyun gazeteleri, dergileri; bilinç uyanıklığı ile dinleyin televizyonları ve radyoları. 
       Türkiye'deki mağazaların adlarına bir bakın. Kendinizi bir yabancı ülkede hissettiğiniz anlar olacaktır. Türkçe'nin nasıl çırpındığını göreceksiniz.
       Fransa'daki gibi bir "anadili koruma yasası" benzeri bir yasanın bizde de çıkması sağlanmalıdır. En azından levha ve tabelaların Türkçe sözcüklerle yazılması sağlanmalıdır.Türkçe'den kopanlar, sanki Türkiye'den de uzaklaşıyorlar...
       Oysa, öğretim ve ekin dili olarak dilimizin önemini yitirmesi, toplumsal yaşamımızda dile hiç önem vermememiz ekin ve uygarlık davamıza aykırı düşen bir durumdur. Almanya'daki durum da Türk dilini çok daha da geriye itmektedir.
       Dilimizin öz varsıllığını öne çıkarabilmek ve onu dünya dilleri arasında, değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek nasıl sağlanacaktır ? Ya da bizim böyle bir hakkımız ya da görevimiz var mıdır ?
       Biz bir yandan batı dillerindeki her sözcüğün karşısında bir de Türkçe sözcüğün olmasını isteme durumunda olmamız gerekirken bir de bakıyoruz ki nerede ise Türkçe AFC'de yok olma durumuna doğru itilmektedir. 
         Bunda ana etken dilden mi gelmektedir, yoksa uygulama ve kavram olanlarındaki işlersizlikten mi kaynaklanmaktadır?
       Bu alanda bir tartışma ortamının oluşması, Türkçe dilli halkın kendi diline sahip çıkması, öyle gözüküyor ki, daha başlamış değildir. Halkımızın genel kanısının tam tersine, Türkçe'nin yalnızca evde konuşuluyor olması yetmez!
       Okullarda iyi bir "anadili eğitimi" verilmelidir. sanatcılar, yazarlar ve ozanlar Türkçe'nin engin kaynağından bilinçle yararlanmalı yeni yapıtlar yaratmalıdırlar. Türkçe sevgisini halka aşılamalıdırlar.
       Bir dilin yaşaması ve onun ileriye dönük olarak gelişebilmesi için, okullarda çağdaş yöntemlerle, uzmanlarınca öğretilmesi gerekmektedir. 
        Bunun sonucu olarak da Türk dilinde kendini yetiştirebilme olanağını bulabilmiş olan bilimciler yetişecektir. 
        Böylelikle de Almanya'da Almanca'nın yanı sıra Türkçe'yi bilim dili olarak görebileceğiz.
       Bu da Türkçe dilli halkın geleceğe yönelik bir ereği olmalıdır. İşte aydınımızın ve bilimcimizin bir görevi de bu olacaktır.
      Bunun bir hayal olmaktan çıkıp, çok ekinli bir toplumun vermesi gereken gerçek bir hak olduğunu görmek, ancak bizlerin tümümüzün, ortak bir çabası sonucu elde edilecektir.

       "Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."

       Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
       25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

21.


20 - Eğitim ve Öğretim "Çift Dilli" Olabilir

  Eğitim ve Öğretim "Çift Dilli" Olabilir
Bilingualer Unterricht erhöht sprachliche und interkulturelle Kompetenzen
       Çocuğun ikinci dil kazanımı anadilinin ruhsal, sosyal ve dilsel dünyaya doğru adımlar attığı zaman daha az zahmetle oluşur.  
        Bu nedenle de birinci dilin yani anadilinin kazanımı üzerinden elde edilen kavram gelişimi ikinci dilin kazanımında çok büyük bir rol oynar.
       Gelişmiş düşünce, kavram oluşumunun tamamlanmış olması, dışa yansıyabilen iletişim yapıları ve alışkanlıkları, ancak anadilde öğrenme süreçlerine katıldığında, ikinci dil kazanımını, örneğin Almanca'nın kazanımını desteklerler.
       Çok ekinli bir toplumda devlet bunu kendi politikasına oturtamamış olsa da  bu tam bir gerçek olarak ortadadır. 
        Bu gerçeğin toplumsal kurumların yapısallılığına da yansıması ve ona göre düzenlenmiş olması gerekir. 
        Ama bu gereklilik yerine getirilmediği içindir ki yaşamın bir çok alanında eğitim ve öğretim kurumlarında çok boyutlu sorunlar yaşanmaktadır. 
       Bu bağlamda da anadili destekli bir eğitim ve öğretim yani çift dilli (iki dilli) bir eğitim ve öğretim  istemi dile getirilmelidir.
       Özellikle çocuğun yaşama ilk başladığı dönemlerde anaokulunda, temel okulun ilk yıllarında çift dilli bir eğitim ve öğretim çocuğun çok güçlü bir temel donanım kazanmasına yarayacaktır. 
        Çalışmalarda Almanca ve Türkçe dili iletişim dili, öğretim dili olarak kullanılacaktır.
       Çift dilli, ekinlerarası bir eğitim ve öğretim programlarının hazırlanmasında her ekinden içerik olarak kazanılan, demokratik ve insancıl ilişkiler "temel" olarak alınmalıdır. 
        Bu çalışmalarda bir paralellik ve birbirleriyle uyum sağlanmalıdır. 
        Öğrencilerin yaş, durum ve kavram gelişiminden, onların gereksinimlerinden yola çıkılmalıdır.
       İki dilli eğitim ve öğretim, çok ekinli günlük yaşamda karşılaşılan uyumsuzlukları ve terslikleri gözlenir hale getirir ve de bunların olumlu bir yöne doğru işlenebilmesini sağlar.
       Okuma-yazma ve öğrenme süreçlerinin belirlenmesinde ve de verilmek istenilen konularda çok ekinliliğe yer verilmelidir.
       Bu görevin gerçekleştirilmesinde eğitim ve dil bilimcilerinin, psikologların ve eğitimcilerin kendi uzmanlıkları içinde ortak bir işbirliğine gitmesi gerekir.
       Bu tür bir uygulamanın gerçekleştirilebilmesi için Alman ve Türk öğretmenlerin birlikte katılacakları "görev içi" programları sağlanmalıdır. (Meslek kursları...)
        Yapılacak çalışmalar bilimcilerin desteği ve gözetiminde tartışılacak, ortak bir yön saptanacak ve bunlar derslere aktarılacaktır.
       Son yıllarda Almanya'nın bazı kentlerinde, örneğin Berlin ve Münih'de iki dilli  ve iki ekinli okullar açılmıştır. 
        Bu okullarda oldukça üst düzeyde bir donanıma sahiptirler.    
        Açılış nedenleri ise daha çok diplomat çevresi ailelere görev sunmak olan bu okullarda iki öğretim dili vardır. 
       Örneğin Almanca-Fransızca, Almanca-İngilizce, Almanca-Rusca... "Avrupa Okulu" adını taşıyan bu okul türü bizim çocuklarımıza yönelik olarak da değerlendirilmelidir. 
         Göçmen çocukları da devam edebilmelidir. Almanca- Türkçe iki öğretim dili olarak uygulanmalıdır. 
         Sonuç her iki dil ve ekin için de şu anki durumdan çok daha iyi olacaktır.
       Iki dilli eğitim- öğretimin tüm koşullarının yaratılması ve denetimi de doğal olarak Alman yöneticilerinin görevi olmalıdır.
       İki dilli eğitim ve öğretimin olduğu kurumlarda bu çalışmanın yanı sıra Türkçe dilli çocuklara ayrıca da dil dersi verilerek anadillerinin gelişmesi sağlanmalıdır. 
        Bu dersi verecek olan öğretmenlerin de, kesinlikle, iki dilli derslerin öğretmenleriyle uyumlu çalışmaları gerekir. 
        Türkçe dilli öğretmenin her iki derste de görev alması ve bunun alt yapısına, donanımına sahip olabilmesi daha da iyi bir uygulamadır.

       Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
       25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

https://www.stuttgarter-zeitung.de/inhalt.bilingualer-unterricht-schritt-fuer-schritt-zur-zweisprachigkeit.facfcf88-63bb-42f8-bc6a-9cda21d4bd01.html

https://www.the-english-academy.de/bilingualer-unterricht-erfolgsmodell/

Bilingualer Unterricht ist Unterricht in zwei Sprachen, in dem Teile des Fachunterrichts (z.B. in Erdkunde, Geschichte oder Biologie) in der Fremdsprache erteilt werden und die Fremdsprache zur Arbeitssprache im Sachfachunterricht wird.
Bilingualer Unterricht ist ein Erfolgskonzept. 

20. )