. - Türkçe
Bir "Bilim Dili Olamaz" Yanlışı .
·
Nerede
insan varsa orada bir dil vardır!
·
İnsan
dili yaratmıştır.
·
İnsanın
bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.
Nerede
insan varsa orada bir dil vardır!
İnsan
dili yaratmıştır.
İnsanın
bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.
Her
dil zaman içinde ortaya çıkmıştır ve gelişmiştir.
Dilin
yaşarlılığı ve etkenliliği, edilgenliliği vardır.
Tarih
içinde var olan dillerden bazıları ölmüşlerdir.
Bazı
diller ise konuşulan dil özelliğini yitirmişlerdir.
Ama
ne olursa olsun dili dil yapan insandır, tek tek bireylerdir ve o bireylerin
oluşturduğu toplumdur.
Dil
düşünme üretmeye doğrudan bağlıdır.
Düşünme
üretmek ve çeşitli araştırmalar ve yöntemlerle uğraşılar sonucunda da o
düşüncenin ürünlerini görmek yine insanlara özgüdür.
Çağımızda
üstün insan, üstün soy... gibi düşüncelere yer verilemeyeceğine göre de bir
insana bağlı öğe durumundaki dil için de bir üstün dil varlığından söz
edilemez.
Dilin
kullanım alanının darlığı ya da bireyin o dili kullanmada kendisini hazır
olarak duyamaması çok ayrı bir olaydır.
Bir
dilin derlenip, toparlanması, yaşamın her alanına yanıt verebilecek bir
donanıma ulaşabilmesi ise o dile sahip olması gereken halk grubunun bir
görevidir ve de o halk grubunun genel donanımı ile doğrudan ilişkilidir.
Bilim
ise bir dil işi değil, insanın düşüncesinin ve bilgi birikiminin kapsamında bir
olaydır.
Bilim
denildiğinde ilk akla gelen yöntemler ve dizgeler topluluğu, kendi içinde bir
disiplin ve üretkenlik, bir araştırma, değerlendirme ve sonuca varma
basamaklılığı... akla gelir.
Tüm
bunların birleşmesi gereken tek nokta vardır.
O da
insandır.
Bilim
insandan yola çıkar ve insanlığa doğru yönelir.
Tüm
bu süreç içerisinde etkin olan kişi bilimcidir.
Bilimcinin
işi kendi dalındaki bilgilerden yaralanarak, onların kullanım alanlarını genişletmek,
yeni alanlar açabilmek ve de tüm bunların sonucun insanlığın tümüne
sunabilmektir.
Bu
nedenle de bilim genel anlamda evrenseldir.
Bilimi
bilim yapan tek ve asıl öğe onun evrenselliğidir.
Kendi
içindeki disiplinidir.
Bilimci
bir insan olduğuna ve de düşünmesi gerektiğine göre dil onun için, ister
konuşan-yazan dil olsun, ister düşünen dil olsun onun en çok gereksindiği
varlık olacaktır.
Eğer
bir halk kendi bilimcisine kendi anadilini veremez ise, onun anadili donanımını
en üst düzeyde tutamamış ise, o bilimci bunun sonucu olarak da bir başka dilin
desteğinde kendisini yetiştirmiştir.
Ürünlerini
de yine o dilin egemenliğine doğru yönlendirmiştir.
Burada
biz hiç bir zaman şunu söyleyemeyiz: "Türkçe
yoksul ve sığ bir dildir. Onun gücü bir biliminin düşünmesine ve üretmesine
yetmez" diyemeyiz.
Bu
tür düşünce ne bilimsel bir yaklaşımdır ne de gerçeklere uymaktadır.
Türkçe
tam bir dil yapısına erişmiş, her türlü, duygu ve düşünceyi tanımlamaya, betimlemeye
yetecek bir dildir.
Eğer
bir bilimcinin en başta gelen görevi üretken olabilmek ise o bilimciden kendi
dilinde ürün verebilmesini beklemek de doğal olmalıdır.
Bunun
en başta gelen açıklanır nedeni de o bilimcinin disiplinli düşünme sistemine
sahip bir birey olması gerektiğinde yatmaktadır.
Bu da
yalnızca o bireyin kendisinden beklenmemelidir.
O
ülkenin, o halkın kendi eğitim ve öğretim sisteminde daha okul öncesi dönemden
başlayarak, yüksek öğrenimin en son basamağına değin kendi anadili en üst
düzeyde değerini bulmalıdır.
Onun
donanımı ve öğretim yöntemi çağın getirdiği en iyi olanaklarla yerine
getirilmelidir.
Bu da
her şeyden önce bir eğitim ve öğretim politikası geliştirilmesine bağlıdır.
Ulusal
bilincin sağlıklı ve ileriye dönük olarak gelişmiş olması
gerekmektedir.
Eğitim
ve öğretime yapılan yatırımlar çok uzun süreli olmaktadır.
Güncel
kısır politikalardan ve çıkarcılıktan arındırılmış bir ulusal eğitim ve öğretim
politikası meyvelerini ileride verecektir.
Kendi
anadilinde çok iyi yetişmiş ve yine anadilinde bilim üretmeye yönelebilmiş bir
bilimciler kuşağı en verimli çağında çok verimli kuşakların yetişmesine yol
açacaktır.
Bu
oluşumun sonucunda o ülke ve halkı bilimde ve sanatta çok ileriye gideceği için
evrensel uygarlığa da katkıları ayni oranda olacaktır.
Sömürmeye
ve sömürülmeye yönelmeyen hem kendi halkına ve de dolayısıyla tüm dünya
halklarına ürünlerini sunabilen bilimciden kime bir kötülük gelebilir ki...
İşte
bu bağlamda Türkçe de kendine düşen görevi yerine getirecektir.
Bilimcilere
düşünmenin ve düşünce üretmenin her türlü olanağını sunacaktır.
Yeter
ki bilimciler bu yolda yetiştirilsinler ve de yine var olan bilimciler bu dilin
olanaklarından yararlanmayı kendilerine bir görev edinebilsinler.
Gerçek
anlamıyla bir aydın olabilmenin tanımları içinde kendi öz değerlerine sahip
çıkarak evrensel değerlere ulaşabilmek de vardır.
Türkçe'nin öğrenim
dili olarak kullanılmaya başlaması Deniz Harb Okulu'nun kurulması
(Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun) ile başlar.
Bu
okul 1773'de Macar asıllı olup Fransız hizmetinde bulunan, bir aralık İstanbul'a
gelerek Osmanlı hizmetine giren Baron de Tott ile Cezayirli Hasan Efendi
tarafından kurulmuştur.
De
Tott Türkçe öğrenmişti.
Derslerini
öğrencilerine Türkçe not ettirmekte ve yineletmekte idi.
İngilizce
ve İtalyanca bilen Cezayirli Hasan Efendi de gemicilik bilgisini Türkçe
öğretmekte idi. Verilen dersler arasında matematik, gemi yapımı ve gemi seyri
dersleri de bulunuyordu.
Her
iki öğretim üyesinin, batı kaynaklarından yararlanarak hazırladıkları bu
dersleri Türkçe vermede terim bulma güçlüğü karşısında, İtalyanca ve Arapca'dan
terim aldıkları ve araştırdıkları dikkat çekicidir.
Deniz
Harb Okulu, batılı uzmanlardan yararlanmanın ilk örneği olduğu için eğitimde
batılaşma ve modernleşme başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Evet,
Türkçe bir bilim dalı olursa, hak ettiği yeri alırsa ne olur?
Bundan
kimler ve ne ölçüde zarar görürler?
Bizim
zarar görmeyeceğimiz ise kesindir.
Bu
nedenle de Almanya'da var olan tüm Türkçe dilli bilimcilerin Türkçe
üretmeye daha çok ağırlık verebilmelerini istemeliyiz.
Almanca
olarak üstlerine düşeni yerine getirmek, Türkçe ile de verimliliğe bir engel
değildir.
Tam
tersine her iki dilde, ya da İngilizce destekli de olmak üzere üç dilde
üretmeye yönelebilmek ancak daha bir güçlülük ve varsıllık sonucunu
doğurur.
Örneğin
son yıllarda bilgisayar pazarında Türkçe dilli yazılımların çok başarılı olması
ve kendisini kanıtlaması bilim dili Türkçe'nin bir ürünüdür.
Bunun
yanı sıra uluslararası üne erişmiş birçok bilimcinin ürünlerini Türkçe de yayınlamış
olabilmeleri çoğaltılması gereken örnekler arasındadır.
Yine
bir örnek bir çalışma olarak "Türkçe
tıp terİmlerİ sözlüğü" hem bilimcilerin hem de halkın
anlayabileceği bir ürün olarak gösterilebilir.
Hukuk
konusunda Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun ürünleri ve verdiği uğraşılar
saygıyla anılmalıdır.
Hiçbir
aşağılık duygusuna kapılmadan, kendine güvenerek Türkçe'de yapılacak her türlü
bilimsel çalışma sonuç olarak, yine bir başka dilde yapılanıyla eş değerde
sonuç verecektir.
Yoksa
yalnızca bir tek İngilizce'nin "tek bilim dili" olma yoluyla dünyaya
egemen olması devam edecektir.
Bizim bilimcimize, aydınımıza düşen her iki dilde olduğu gibi kendi
anadili Türkçe'de de çok güçlü olarak bilime yararlı çalışmalar yapabilmesidir.
Almanya
bundan her hangi bir zarar görmez iken Türkçe dilli halk ve onların geleceği
olan çocukları ancak yarar görürler.
Bu
uğurda çaba göstermek ve kurumlaşmak, ile
riye
dönük olarak bizlerin çıkarına olabilecek bir eğitim ve öğretimi istemek
gerekecektir. Bu uzun bir süreçtir.
Bu
süreç içinde Türkçe tüm okullarda yerini alabilirse, gelecek kuşaklar içinden
Türkçe dilli bilimciler yetişecektir.
Yoksa
yalnızca Almanca dilli bir bilimci olabilmesinin Türkçe dilli halka yararı çok
olamasa gerektir! Bu nedenle de şu an her dalda aydınımız ve bilimcimiz, tüm
örgütleri de etkileyerek bu konuda iletişimi sağlamalıdırlar ve uğraş
vermelidirler.
"Ulusumuzun
politik ve toplumsal yaşamında, ulusumuzun fikirsel eğitiminde yol gösterenimiz
bilim ve fen olacaktır. Türk ulusunun, Türk sanatı ekonomisi, Türk şiir ve
yazınının tüm güzelliği ile gelişmesi ancak okul sayesinde,okulun vereceği
bilim ve sayesinde olacaktır."........
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 21.12.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder