5 Temmuz 2018 Perşembe

8- Zihin ile Dilin Etkileşimi

8)

.    Zihin ile Dilin Etkileşimi

       Çeşitli disiplinler ile çalışan insanlar düşünme ilişkileri ile dilin arasındaki ilişkiye her zaman dikkati çekmişlerdir.

Özellikle felsefeciler bunu ağırlıkla vurgulamışlardır.

       Örneğin psikolojide, dilbilimde sosyolojide, ekinsel antropolojide ve mantıkta, dil ve düşünme ilişkileri ile ilgili sorunlara çeşitli açılardan yaklaşılmaktadır.

Konuyu en doyurucu biçimde incelemeyi olası kılacak yöntemler geliştirilmektedir.

       Özellikle felsefe tartışmalarının görünümüne eş olarak psikoloji araştırmalarına yansıyan iki ana çizgisi gözlenmektedir.

İlk öbekte yer alanlar konuşma ile düşünme arasında bir özdeşlik belirlemişlerdir.

       Düşünme bireyin kendi kendine yaptığı içsel, sessiz bir konuşma olarak algılanmaktadır.

Katı olarak ele alırsak, hayvanlarda, henüz konuşmayan çocuklarda, sağır ve dilsizlerde düşünme olmadığı sonucuna varılabilirdi.

Ayrıca değişik dilleri konuşan insanların da, dillerin benzeşemediği alanlarda değişik ayrımlı biçimlerde düşünecekleri var sayılmaktadır.

       Bu görüş çocuğun gelişimine uyarlanırsa, çocuğun zihinsel gelişiminin toplum tarafından dil aracılığı ile kurulduğu, dili kullanma yeteneğini geliştiren her işlemin zihin etkinliğini de artıracağı söylenebilir.

Bir dilin kendi toplumsal ve ekinsel katmanları arasında, dili kullanma biçimleri arasında ayrılıklara bağlı olarak, zihin işleyişlerinde de ayrılıklar olacağı ileri sürülmüştür.

       İkinci öbekte toplanan, düşüncenin dilden bağımsız olarak gerçekleştiğini, ancak, dil aracı ile dışa vurulduğunu, başkalarına iletildiğini savlamaktadırlar.

Dil düşünceyi taşıyan bir araç, bir kaptır.

Düşüncenin gerçek temeli zihin işlemleri yapabilme, soyutlama ve semboller kurabilme... gibi yeteneklerdir.

       Bir dilin öğrenilmesi ve bir iletişim aracı olarak kullanılması insan zihninin bu özellikleri dolayısıyladır.

       Düşünmenin sözel olması gerekli değildir.

Zihinsel işlemleri ve mantıksal ilişkileri sözel yöntemlerle öğretmek genelde başarısız olmaktadır.

       Bu iki öbekte toplanan görüşler arasındaki karşıtlığın ilk bakışta sanıldığı kadar büyük olmadığı anlaşılır.

Tartışmayı güçleştiren "dil" ve "düşünme" terimlerinin yeterince açık tanımlanmamış oluşundandır.

      "Düşünme" denilince kavram oluşturma, sorun çözme, bellek, soyutlama, mantıksal çıkarımlar yapabilme, hayal kurma...gibi zihin işlevlerinin biri ya da birkaçı birden anlaşılmaktadır.

Yine bunun gibi "dil" terimi de çok yönlü anlaşmaya uygundur.

       Dilin "bildirme", "isimlendirme","buyruk verme"  "duyguları dışa aktarma"," nesne ve ilişkileri temsil etme"....gibi işlevleri ise tüm tartışmalarda yeterince ayrılmamıştır.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,



7- Dil Herkese Gereklidir

7)

. Dil Herkese Gereklidir!

 [1] İnsan sözünü dili ile söyler ; sözü iyi olursa yüzü parlar.

 [2] Konfüçyüs'e sormuşlar, devlet yönetimine katılsaydın, devlet erki sana verilseydi, ne yapardın ?

    Konfüçyüs "DİL" demiş, "öncelikle dil".

   "Çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi doğru anlamlandıramaz. 

Düşünce doğru anlaşılmayınca da görev ve sorumluluklar doğru algılanamaz.

Görev ve sorumlulukların gereği gibi yerine getirilmediği ülkede kurallar ve tüze bozulur.

Kurallar ve tüze bozulunca da adalet yanlış yola sapar.

Adalet yanlış yola sapınca da şaşıran halk ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremeyeceği için kargaşa baş gösterir; düzen temelden bozulur.

Onun içindir ki, bir ulusun yaşamında hiçbir şey dil ölçüsünde önemli bir etken değildir."

       Dil insanın kendi iç doğasından çıkmıştır, fışkırmıştır.

Bir iç atılımdır. İnsandaki duyu, istem ve aklın bir ürünüdür, tinsel bir eylemdir.

Dil ile düşünce içli dışlı bir ilişki içerisindedir.

Düşünce, içten konuşmadır.

Düşüncenin dilden dökülmesi ya da dile dökülmesi dıştan konuşmadır.

       Ağızdan çıkan sesler her ulusta ortak değildir.

Diller değişik ayrımlıdır ama değişmeyen doğru, her insanın bir dile gereksiniminin olduğudur.

Bu da onun "anadili"dir.

       Anadili kavramı yalnızca çocuğun "annesinin dili" anlamına gelmez.

O dil, çocuğun kendi evinden, ailesinin doğal ortamda kazandığı dildir. 

O dil onun kendi öz kökleri ile olan en temel bağıdır.

       Dil canlıdır.

Dil ve yaşam birbirinden kesinlikle ayrılamaz.

Dil her insanda doğuştan var olan  bir "doğa"dan, insanın iç gereksiniminden, bir genel dil yetisinden, bir eylemi anlama, bir eylemi konuşma olan "dil gücü"nden, zorunlu olarak fışkırır.

       Dil kendisini tarihte ve tarih içinde gerçekleştirir, oluşur.

Herkes, her kuşak ona kendisinden bir şeyler katar.

Bu nedenle dil kişilerin ve kuşakların bir ürünüdür.

       Bireyin kimliğinin oluşmasında, onun kendini yetiştirmesinde, genel ve meslek öğreniminde başarısını ve niteliğini belirlemede en önemli etken dil olgusudur.

Birey ancak kendi dilinin gücüne, etkileme ve etkilenmesine; o dilin kendi yetişmesinde oynadığı rolün ağırlığına, belirleyiciliğine bağlı olarak geleceğini ve toplumsal yapısını oluşturabilir.

       Çok dillilik ya da bireyin birden çok anadiline sahip olması o bireyin tüm varoluşunu etkiler. Bu da doğal olarak o bireyin kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara yön verir.

       Bir dilin çerçevesinde o dille birlikte kendi dünyası, kendi bilimsel, ekinsel, sanatsal, halkbilimsel...varlıkları, değerleri yer alır.

Bireyin o dile sahip olabilmesi o dille ilgili dünyanın da kapısını açabilecek bir anahtar anlamına gelir.

O dile egemenlik ve o dilde güçlü olmanın oranı da tüm bu olanakları kullanmada ayrı bir rol oynar.  

Bu nedenle de bireyin en az bir dilde çok iyi yetişebilmesi gerekir.

       Bunu kavramış varlıklı aileler çocuklarını çok dilli bir eğitim ve öğretim yapan okullara gönderiyorlar.

       Bir dilin kullanılabileceği tüm alanlara giriş yolları kolayca bulunabilmelidir.

O dilin tüm varlıklarını edinebilmesi ve kendini geliştirebilmesi için gerekli tüm olanaklar o dile sunulabilmelidir.

       Birden çok dilli olabilmek de doğal olarak bu çeşitliliği ve varsıllılığı kendi oranında artıracaktır.

Bu nedenle de dil en geniş olanaklarla ve eğitimde şans eşitliği temel ilkesi çerçevesinde ve çağdaşlık ışığı altında elde edilebilmelidir, geliştirilebilmeli ve donatılabilmelidir.

O dili kullanabilecek alanlar var edilmelidir.

       Dil yaşamın tüm alanlarında kullanılır olmalıdır.

Bu alanları yaratabilmek, gelişimini sağlamak bu toplumda yaşayan her çağdaş kurumun da görevidir aslında...

       Dilin değişip, değişmediği konusu incelenmelidir.

Dilin değişimi, bir ucunda hiç değişmeme, öte ucunda baştan aşağı değişme bulunan bir eğri üzerinde düşünülerek incelenebilir. Gerçekleşme olasılığı en az olan  iki uçtaki durumdur.

Bu eğri dil ve değişmenin birlikte olduğu üç türünü saptamaya da yardım eder:

   1) Dil değiştirmek

  2) Dili değiştirmek

  3) Dilin kendi kendisini değiştirmesi...

       Bunların her biri ayrı inceleme konusudur.

       Dil, ayni zamanda bireyin kendi kendisine yalnız başına varlık verdiği ya da yok ettiği bir gerçeklik değildir.

Dil, bir yerde, tek tek bireyi aşan; bireyin, doğduğunda, veri olarak bulduğu bir toplum ürünüdür. 

İsteseniz de, istemeseniz de diliniz sizi ve bağlı olduğunuz toplumu (ulusu) birleştirir.

Siz o dilin kimliğini taşırsınız.

       Dil bir de uygarlık ve ekin etkisiyle gelişir.

Türkçe dil etkenlikleri, ve okullarda Türkçe dilinin çocuklara öğretilmesi hepimizin ortak yararına ve çıkarınadır.

Bu nedenle de Almanya'nın her türlü okulunda, eğitim ve öğretim kurumunda Türkçe dilinin kabul edilmesi ve çağdaş bir ders olma çerçevesinde uygulanması istenmelidir.

       Avrupa'da yaşayan Türkçe dilli halkların kendi aralarında iletişimlerini sağlamada en yakın yol yine Türkçe olacaktır.

Bu yolla da ülkeler arası toplumsal, ekonomik ve ekinsel etkenlikler köprüleri kurulabilecektir.

Bu da dilin Avrupa ve dolayısıyla insanlık ekinine bir katkısı olacaktır.

       Var olan tüm olanaklar kullanılmalı ve geliştirilmelidir.

Bu da Almanya toplumu ve içinde yaşayanlarına ancak daha iyi yarınlar sağlar.

Ele ele, gönül gönüle, birlikte bir uğraşa ve çabalamaya girmeliyiz.

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,



*Hürriyet. 30 Aralık 1998, Çarşamba
[1] Bilim kültür ve öðretim dili olarak Türkçe S.327
[2] M.Güner Demiray/ Cumhuriyet Kitap Sayı 315

06-Türkçe Dilli Halk

     "Türkçe Dilli Halk"
       Almanya'da yaşayan ve Alman olmayan halkın içinde en büyük bölümü Türkçe dilini konuşanlar oluşturmaktadır.

       Bu öbek, sayısal olarak iki milyon yedi yüz bin kadar olsa gerektir.

       60'lı yıllardan bu yana Türkiye'den gelenlerin tümü bu öbeğin içindedir.

       Bunların 100 bin kadarlık bir bölümü şu an Almanya yurttaşlığını taşımaktadır ve istatistiklerde Alman yurttaşı olarak görülmektedir.

        Türkiye'nin dışında beş kıtada yaşayan Türklerin sayısı nerede ise altı milyona yaklaşmıştır:

        5 kıtada Türk var: Çalışma, eğitim, sağlık gibi çeşitli nedenlerle yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı 3 milyon 575 bin 564'e ulaştı.

       1960'lı yılların başından itibaren 'gurbetçiliğe' başlayan Türk vatandaşlarının çoğunluğu, başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşıyor.

        Yurtdışında en çok Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerin başında, 2 milyon 107 bin 426 nüfus ile Almanya gelirken, en az Türk vatandaşının bulunduğu Kırgızistan'da ise 2 bin 200 Türk bulunuyor.

        Beş kıtaya yayılan Türk vatandaşlarının 3 milyon 116 bin 860 gibi büyük bir çoğunluğu Avrupa'da yaşarken, 232 bin 900'ü Asya, 170 bini Amerika, 49 bin 724'ü Avustralya, 6 bin 80'i ise Afrika kıtasında bulunuyor.

         500 bin Türk çifte vatandaş 8 ülkedeki yaklaşık 479 bin 700 Türk vatandaşı da çifte vatandaşlık hakkına sahip bulunuyor.

         Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkı veren ülkeler arasında Almanya yaklaşık 196 bin kişi ile ilk sırada yer alırken, Hollanda 158 bin ile ikinci, Avustralya da 32 bin ile üçüncü sırada geliyor.

          Avrupa Birliği ülkelerinden Belçika'da 31 bin, Avusturya'da 30 bin, İsveç'te 17 bin, İsviçre'de 10 bin ve Danimarka'da da 5 bin 700 Türk çifte vatandaşlık statüsünde bulunuyor."  (Hürriyet 30 Aralık 1998, Çarşamba)

       Ayrıca Yunanistan'dan Almanya'ya gelen Batı Trakya Türkleri ile Yugoslavya'nın parçalanışından sonra gelen Balkan ve Orta Avrupa kökenliler de Türkçe dilli halk öbeğinin  içinde yorumlanmalıdırlar.

       Almanya'da devamlı yaşamayan ama buraya görev gereği ya da öğrenim için gelmiş gençler ve yetişkinler vardır.

      Örneğin öğrenciler, banka ya da konsolosluk görevlileri... gibi.

      Bu insanların da yine burada Türkçe dilli öbeğe katılarak düşünülmesi gerekir.

      Biz burada yalnızca "Türkler" deyimini kullanabilirdik.

      Bu terim yanlış değildir.

      Ama konumuzun içeriği gereği, birleştirici ve toplayıcı olabilmesi anlamında, Türkçe'yi bilen ya da evinde konuşan tüm insanları kapsaması hedeflenmiştir.

       Türkiye'den Almanya'ya gelen ve Türkçe'yi çok iyi bildikleri ve kullandıkları halde Türkçe'den başka bir anadile ya da ikinci bir dile sahip olanlar da düşünülmüştür. (Almanca, Ermenice, Rumca, Kürtçe, Çerkezce, Arapca, Süryanice... gibi)

       Bu insanların da Türkçe'ye sahip çıkmaları ve onu geliştirmek için istemlerde bulunmaları çok doğaldır.

       O insanların çocuklarının da Türkçe dersine katılabilmesi ve tüm olanaklardan yararlanmayı istemeleri bir doğallık olarak kabul edilmiştir.

     "Türkçe dilli halk" terimi içine girenleri birleştiren ana öğe onların evlerinde, ailelerinde Türkçe dilini kullanır olmalarıdır.

      Yurttaşlık ve etnik bağlayıcılığın yanı sıra ve birçok halk öbeğini bir çatı altında toplayan bir terim olarak düşünülmelidir.

       Bunun ana nedeni bu insanların tümünün ortak dilinin Türkçe olduğudur.

       Türkçe'yi konuşmak, yazmak, okullarda öğrenmek, bu dille kendi öz ekinsel değerlerine giden yola erişebilmek... bu dili kullanan tüm insanların en önemli ortak noktasıdır.

       Eğer Türkçe ile ilgili konular konuşuluyorsa, düşünceler üretiliyorsa ve sorunları çözmeye yönelik öneriler yapılıyorsa bu dili kullanan tüm insanlar için düşünülmelidir.

       Yalnızca bir bölümünün düşünülmesi tümü kavrayamayacağı ve tabanın sorunlara sahip çıkmasına engel olacağı için yanlıştır.

       Biz önerilerimizi günümüzden ilerisine doğru düşünerek üretebilmeliyiz.

       Bugün Almanya'da yaşayan Türkçe dilli halkın kendi dillerine yeterince önem vermemesi demek, onların yarın bu durumu değiştirmeyecekleri anlamına gelmemelidir.

      Gelecek  on yıllar içinde bugüne göre Türkçe, Almanya toplumunda, çok daha  aranılan bir özellik olacaktır.

       Türklerin Almanlarla ya da başka ulustan olanlarla olan evliliklerinden doğan çocukları da Türkçe'yi okullarda öğrenmek istemektedirler.  

      Onlar aile yapıları gereği çok dilli ve çok ekinli olarak yaşayacaklardır.

      Bu durumda da bu ailelerin kendi çocuklarına Almanca'nın yanı sıra Türkçe de öğretmek istemeleri düşünülecek en sağlıklı yoldur.

      Gelecekte çift dilli, çok dilli  ailelerin sayısı daha da artacaktır.

      Hem Almanya'da hem de Türkiye'de iş yapan ve yaşamlarını her iki ülkede de gerçekleştirmek isteyecek insanların daha da fazla bir sayıya ulaşmayacaklarını ve dil etkenine önem vermeyeceklerini kim söyleyebilir?

      Bu öbekte yer alanların Türkçe'ye olacak ilgileri ve gereksinimleri onu bir anadili olarak değil, "yabancı dil olarak Türkçe" kapsamında ele alınmasını düşündürür.

      Yine buna benzer olarak, okuldaki yabancı dil Türkçe dersi ile ileride alacağı meslek öğrenimine ya da yüksek öğrenimine alt yapıyı sağlamak  isteyecek öğrenciler de olacaktır. 

      Bunların başka bir anadilden gelmeleri de olasıdır.

      Örneğin Alman da olabilirler. Türkçe'yi bir Alman dili gücünde kullanabilen Alman bilimcileri de burada anımsamak yerinde olur. (Türk dili bilimcileri...)

      Görülebileceği gibi, Türkçe dilini konuşan, ona sahip çıkacak olan halk öbeği pek de azımsanacak gibi değildir.

     Türkçe'nin seslendiği insan sayısı milyonlarla dile getirilebilir.

     Bu nedenle de sorunların çözümünde bu insanlar bir "tüm" olarak düşünülmelidir.

     Böylece bir "Türkçe dilli halk"dan söz açabiliriz.

     Türkçe dilinin gerek Almanya'da gerekse de Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi ise yalnızca bu Türkçe dilli halkın sorunu değil, tam tersine içinde bulundukları toplumların  üstlenmesi gereken bir çok ekinlilik gereğidir.

     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 

    25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

 * "Almanya'da Türkler ve Türk Dili Dersleri"

Model arayışlarına ışık tutabilmeye, düşünce üretmeye ve uğraş vermeğe yönelik bir çalışma.

06. Bölüm

"Almanya'da Türkler ve Türk Dili Dersleri"

Model arayışlarına ışık tutabilmeye, düşünce üretmeye ve uğraş vermeğe yönelik bir çalışma.

06. Bölüm

05-Eğitim ve Öğretim

5)

.  Almanya, Eyaletler, Eğitim ve Öğretim...

       Almanya Federal Cumhuriyeti'nin kendi yapısal durumuna bağlı olarak eyaletlerinde bir ekinsel özerklik vardır.

       Buna göre de her eyalet kendi yasaları çerçevesinde okul türlerini belirler.

       Kendi eğitim ve öğretim biçimini, öğretmenin yetiştirilmesini ve diğer bunlara bağlı olarak da diğer tüm konuları kendi eyaletinin durumuna göre düzenler. 

        Eyaletler arası geçişler bile belli kurallara bağlıdır.

       Almanya'nın bu özelliği eğitim ve öğretimi, ekin ve dil sorunlarının çözümü konusunda göçmenlerin ortak bir istemde bulunabilmelerini çok zorlaştırmaktadır.

       Her eyaletin kendi eğitim bakanlığının olması, ayrıca da eyaletlerin kendilerinin de bu konuda çok büyük değişik ayrımlar göstermesi Almanya'yı genel bir alan olarak ele almada ve kendimize bir tek karşı konuşmacı aramada, her zaman zorluklar getirmiştir.

       "Almanya Eğitim Bakanları Ortak Kurulu" zaman, zaman toplanmakta ve ortak görüş ve önerilerde bulunmaktadır. 

       Daha sonra da buna bağlı gerekli değişiklikleri ve önlemleri kendi bölgesinde ve kuruluşları içerisinde gerçekleştirmektedirler.

       Almanya devleti ve onun toplumu, Türkiye'den Almanya'ya iş göçünün başladığı 60'lı yıllardan bu yana Türkiye insanları ve Türk dili ile yoğun olarak karşılaşmıştır. 

       Önceleri tek tek işçiler olarak görülen bu insanlar zamanla aileleri ile buraya yerleşmiş, devamlı topluluklar durumuna dönüşmüşlerdir.

        Şu an artık Türkiye'ye geri dönüş durmuş gibidir. 

       Göç olgusu tamamlanmıştır. 

       İçinde bulunduğumuz evre bu göç olgusunun getirdiği sorunlara çözüm arama ve yeni yapılaşmalara gidebilme dönemidir.

       Göç olgusunun tüm gerçeklerine karşın yaşamın sorunları azalmamış, tam tersine daha da artmış durumdadır. 

         Bunun da ana nedeni Federal Almanya Cumhuriyeti'nin resmi politikasının "Almanya bir göç ülkesi değildir" olarak devam etmesidir. 

         Bu da ileriye dönük çağdaş önlemler almayı, toplumun gerçek yapısına göre kurumlaşmayı engellemektedir.

       Sorunların kapsamları ve yayıldıkları alanları çok geniş bir yelpaze içinde incelenebilir. 

        Yetişkinlerin içinde bulunduğu sorunların birçoğunun kökeninde geçmiş dönemlerinde eğitim ve öğretimden iyi bir donanımla çıkamamış olmaları gelmektedir.

       1994 yılında Almanya genelinde 1,14 milyon yabancı kökenli öğrencinin 870 ooo'i genel öğrenim okullarına 240 000'i de meslek okullarına devam etmekte idi. 

        80'li yıllarında genç yabancıların okullara devamından daha iyi bir durum göstermesine karşın on yıl sonra kendi yaşıtı Almanlara göre çok büyük farklılıklar göstermektedirler. 

       Özellikle yüksek öğrenime götüren okullara devam etme oranı çok düşüktür.   

       Yabancı öğrencilerin Realschule'deki oranı %6 ve Gymnasiumlarda ise %5,1 ile çok düşük olarak temsil ediliyorlar. 

       Bu sınıflardaki yaşıt öğrencilerin oranı da % 10 ile 12,5 arasında değişmektedir. 

       Haupt- ve Grundschule'deki  yabancı öğrenci oranı ise %14,3 olarak gözükmektedir.  

       "Förderschule"de bu oran % 19 olarak  en üst düzeydedir.

      Yuvarlak olarak, yabancı öğrencilerin dörtte  üçü işci kökenli  ailelerdir. 

        Bu durumda öğrencilerin ulus kökenleri de çok farklılıklar göstermektedir.

        Türkçe anadilinden gelen 4oo bin kadar öğrencinin çeşitli okullara devam ettiğini düşündüğümüzde, onların içinde bulundukları durumu daha iyi anlayabiliriz. 

        Kendi yaşıtı olan diğer öbeklere göre çocuklarımızın okullardaki başarı oranlarını oldukça düşüktür.    

       Özellikle de Almanya'ya gelişin üzerinden nerede ise 40 yıla yakın bir zaman geçmiş olduğu düşünüldüğünde acı gerçek daha açık olarak ortaya çıkmaktadır. 

      Eğitim ve öğretim ile ilgili konuları incelediğimizde olayın üç ana boyutunu gözden kaçırmamalıyız:

     1.) Öğrencilerin okullardaki genel başarı çizgisi nedir ?

     2.) Öğrenciler okullarında anadilli eğitim ve öğretimden neler alabilmektedirler?

     3.) Türkçe dilli çocukların okullardaki başarı düzeyleri diğer çocuklara göre nasıldır? 

      Bunun nedenleri nedir?

     Olayın ilk boyutuna genel bir çizgide bakabiliriz. Çocuklarımızın okullardaki genel başarı çizgisini şu sayılarda görebiliriz :

 % 29'u bir Hauptschule'yi bile bitirmeden okuldan çıkmaktadır.

 % 34'ü 9. sınıfdan sonra bir Hauptschule bitirimini elde edebilmektedirler.

 % 26'sı Realschule'yi bitirebilmektedirler.

 % 11'i bir Gymnasium' un üst sınıfına devam edebilmektedirler.

.   Üniversiteye devam eden Türkçe dilli öğrencileri incelediğimizde bu öbeğin içinde Almanya'da doğmuş büyümüş ve okula devam etmiş öğrencilerin yanı sıra Türkiye'den yüksek öğrenim için buraya gelmiş olanları da görürüz. 

       1991 kış döneminde tüm Almanya'da öğrenim gören üniversite öğrencisinin sayısı 14 479 idi.

       Şimdiye değin, tüm bu çocukların okul, eğitim ve öğretim, anadili... gibi sorunlarını geniş boyutlarda ve tümünü kavrayıcı bir bakış açısından ele almak, onlara çözüm önerilerini sunabilmek olasılığına kavuşulamadı. 

       Benim ikinci başkanı olduğum "Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu" (FÖTED) bunu kendine ana amaç olarak almıştır. 

       Örgütlenmesini de bu hedefe doğru gerçekleştirmek istemektedir. 

       Bu alanda çalışma yapan tüm Alman ya da Türkçe dilli kurumlarla ve sivil toplum örgütleriyle de işbirliğine gitmek istemektedir.

     Türkçe dilli aydınların ve kitle örgütlerinin önderliğinde tüm Almanya'ya uygulanabilecek ortak bir "eğitim ve öğretim / dil ve ekin" istemleri halka ulaştırılabilmelidir. 

    Böylelikle ortak bir "en az" sağlayıp, eyaletlerin kendi yapısallığı içinde onun uygulanmasını hedefleyebiliriz.

    Bu uğraşı ve çabaların yalnızca Türkçe dillilerden beklenmesi de doğal olarak sorunları çözmez! 

     Bu noktada Almanya'daki diğer tüm kurumların ve kuruluşların birlikteliğine gidilebilme yolları aranmalıdır. 

     Burada dikkat edilmesi gereken en önemli özellik şudur: Almanya'da eğitim ve öğretimden olumlu payı en az alan ve büyük sorunları olan öğrenciler Türkçe dilli ailelerin çocuklarıdır. 

     Bunun böyle olduğu kesindir.

     İşte tüm bu nedenle de bu ailelerin sorunların boyutlarını kavramaları gerekmektedir. 

     Ama onların genel ve meslekler eğitim ve öğretimleri genel oranın içinde çok düşük olduğu içindir ki burada ana hedef kitle Türkçe dilli olup üst düzeyde eğitim ve öğretim görmüş olanlar ve bunların aydın olarak nitelenebilecek duyarlı bölümüdür.

   Ancak bu son açıkladığım bölümde olanların önderliğinde,  kendi yetenek ve özelliklerini, donanımlarını bu hedefe "yönlendirdiklerinde" ve de "bilinçli" olabildiklerinde ortak sorunların sağlıklı çözümüne doğru yol alınabilinir.   

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 

.    25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

 


04-Neler Bekleniyor

4)

. Neler Bekleniyor?

       1) Burada yansıtılan düşünceler okunduğunda onu okuyan kişide yeni düşünceler geliştirmelidir.

       2) Geçmişten bugüne akan bir eğilimden yola çıkarak geleceğe yönelik uygulamaların olabilmesi için tartışma alanı açabilmelidir.

       3) Evde ve dost çevrelerinde bu tür konuların da artık konuşulabilmesine yol açmalıdır.

       4) Anne ve babaların çocukları ile ilgili yeni ufuklar kazanabilmesine neden olabilmelidir.

       5) Bireyin kendi "kimlik" tanımına katkıda bulunacak tartışmalara yol açabilmelidir.

       6) Eğitim ve öğretimin çağdaş ve insan onuruna yaraşır biçimde olabilmesi için uğraş verilmesi gerekir diye düşünebilmenin yolunu açabilmelidir.

       7) Halkının ve çağının sorunlarına, insancıl ve bilimsel bakış açısından yaklaşması gereken aydınlar için bir "göreve sesleniş" olabilmelidir.

       8) Almanya toplumunun çok kültürlü ve çok ulusluluğunun gereği olan yeni örgütlenme ve uygulama alanları bulabilmesi için bu toplumun her bir bireyine bir sorumluluk düşüğü gerçeğini düşündürmelidir.

       9) Neleri ve hangi biçimde istememiz gereğini düşünmeye doğru bir işaret vermelidir.

       10) Bu toplumda elde edilmesini düşlediğimiz tüm değerlerin ve uygulamaların ancak bir uğraşılar ve örgütlenmeler sonucu yaşam bulacağını hatırlatmalıdır.

       11) Anadolu ve Trakya ile onların ve çevresinden yüzyılların birikimiyle oluşan çok büyük ekinlerin kendinde yurt bulduğu bugünün Türkiyesi'ne, evrensel ekinlere saygı ve onlara tüm insanlığın öz değerleri anlamında özümsemeye gidebilecek, Türk dilini konuşan halkın öz güvenini arttırmalıdır.

       12) Avrupa'nın ve Almanya'nın unutmak istediği bu büyük ekinlerin mirasçıları olarak, bir Anadolu ekinine sahip çıkmamız gerektiğini anımsatmalıdır.

       13) "Avrupa merkeziyetçi düşünce" anlayışına karşıt bir öz bilincin gerekli olduğunu anımsatmalıdır.

       14) Eğitim ve öğretime yapılan yatırımların çok ileride ürünlerini vereceği gerçeğini hatırlatmalıdır. Bugün bu konuda hata yapılmaması için bireylerin, yurttaşların tek, tek sorumlulukları olduğu gerçeğini öne çıkarabilmelidir.

       15) Türkçe dilinin Avrupa'da konuşulduğu oranda "eğitim ve öğretim kurumlarında" da yerini alabilmesi gerektiği kavranmalıdır.

       16) Türkçe dilli halk kendi öz dilini severek konuşma ve onu geliştirme duygusuna sahip olmalıdır.

       17) Almanya Federal Devleti'nin resmi dili Almanca'nın en iyi biçimde öğrenilebilmesi ve bu dile egemen olabilmenin yolunun Türkçe dilli halkın kendi anadilinde de çok güçlü olmasından geçeceğini kavratabilmelidir.

       18) Bin yıl ötelerden gelen bir Çin atasözünün kavranmasına yardımcı olmalıdır:

               "Bir yıl sonrayı düşünüyorsan: Tohum ek.

               Ağaç dik, on yıl sonrasıysa tasarladığın.

               Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini,

               Halkını eğit o zaman !

               Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın,

               Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın,

               Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti!..

               Birisine balık verirsen, doyar bir defalık,

               Balık tutmasını öğret, doysun ömür boyunca!.."

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg

 




03-Ana Alanları

3)

-  İçeriğin Ana Alanları Nelerdir? 

Bu çalışmanın ana konu alanlarını şöylece öbekleyebiliriz :

·       Eğitim ve öğretim sistemleri

·       Eğitim ve öğretim politikaları...

·       Başta anadili olmak üzere çeşitli boyutlarıyla dil...

·       Almanya Federal Cumhuriyeti ve toplumunun çok kültürlülüğü...

·       Azınlıklar ve kimlik sorunu.....

·       Almanya ve Türkiye ilişkileri...

·       Aydın ve bilimci......

·       Öğrenci ve öğretmen sorunları.....

·       Evrensel değerler ışık tutabilmesi için ekinsel değerlere bakış.....

·       Türk dili ve özellikleri ve bunların Almanya'da yaşayan Türkçe dilli halka yansıması...

·       Anne, baba ve çocuklarıyla birlikte aile...

·       Ailelerin eğitime, öğretime ve okul politikalarına katkısı..

.   Öğretmen  Gönen ÇIBIKCI ,

.   25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg


2- Kimler Düşünülerek

2) Kimler Düşünülerek Hazırlandı?

w        Türkçe dilli anne ve babalar
w        Türkçe dilli öğrenciler
w        Türk dili ile ilgilenen bilimciler
w        Okul ve toplum konuları ile ilgilenenler
w        Politik çalışmalarda bulunanlar
w        Kendisini aydın olarak tanımlayanlar
w        Türkçe'yi ikinci dil olarak kullananlar
w        Türkçe dilli derslerin öğretmenleri
w        Eğitim ve öğretim ile ilgilenenler
w        Toplumsal örgütlenmeler ile ilgilenenler
w        Eğitim ve bilim sendikalarında çalışanlar
w        Görevi gereği Türk dilli halk için çalışanlar
     
    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

      -2-


Giriş Ve Sunuş

   "ANADİLİM TÜRKÇE"  -

-    Almanya'da Türkçe   -

-  Federal Almanya'da Türkler ve Türkçe -

·       Bu alandaki yazılar Almanya Federal Cumhuriyeti'nde yaşayan Türkçe dilli halkın dil ve dile bağlı sorunlarını belli bir çerçeve içinde ve topluca sunabilmek temel ilkesiyle hazırlanmıştır.

·       Düşünce üretmeye ve uğraş vermeye yönelik, model arayışlarına ışık tutabilme  amaçlı bir çalışmadır :

·       Uluslar ailesine aydın, yetişmiş, büyük bir ulusun dili olarak elbette girecek olan Türk dili, dillerin en varsıllarındandır.

·       Yeter ki bu dil bilinçle işlensin.

-   Giriş Ve Sunuş   -

·       Sunmaya çalıştığım konu Almanya Federal Cumhuriyeti'nde yaşayan Türkçe dilli halkın dil ve dile bağlı sorunlarını belli bir çerçeve içinde ve topluca sunabilmek temel ilkesiyle hazırlanmıştır.

·       Konu çok yönlüdür ve her türlü derinliğe açık bir boyuttadır.

·       Eyaletlerin kendilerine özgü uygulamalarına ya da bir eyaletin içindeki değişik ayrımlı uygulamalarının, okul türleri arasındaki değişik ayrımlılıkların, çeşitli model uygulamaların, öğretmenlerin değişik ayrımlarının ve onların sorunlarının, ders aracı ve kitaplarının.... sorunlarının ayrımlarına derinlemesine girmeden, Almanya Federal Cumhuriyeti'nin her yanında anlaşılabilecek bir çerçeveyi tutturmak istedim.

·       Bu nedenle  hazır bir "yanıt bohçasının" bulunmaması durumunda şaşırılmamalıdır.

·       Türkçe dili çerçevesinde bir "çıkar birlikteliği"ne gidebilmelidir.

·       Bu bağlamda bir " birliktelik" nasıl olmalıdır?

·       Ve bu birliktelikle günümüz Almanya'sında ileriye doğru ve çağdaş olmak ön koşullarıyla neler istenilmelidir?

·       Bu çalışma bir bilimsel sav olarak kabul edilmemelidir.

·       "Son sözü ben söylüyorum, yalnız benim dediğim doğrudur" gibi -daha başlangıçta- yönlendirmeyi düşünen bencil savlardan yola çıkan bir anlam içeriği de taşımaz.

·       Daha çok, bu alanda bir düşünce birikiminin, dar bir çerçeve içinde derlenip, toplanmasıdır.

·       Bunun böyle kabul etmesini ve tümünü de konuşmaya, tartışmaya açmak için bir "ara basamak" olarak yorumlanmasını diliyorum.

·       Ana amacım, derli toplu bir değerlendirme ile birlikte, bir "ortak istem"e yönelebilmek olacaktır.

·       Çalışmalarım ile ilgili yapacağınız olumlu eleştirileri ve desteklerinizi bekliyorum.

·       Tüm bunların doğal bir sonucu olarak da bu çalışma devam edecektir.

·       Güncelliğini koruması ve boyutlarının genişletilmesine özen gösterilecektir.

·       Zaman, zaman konunun içeriğinde değişikliklerle ve yeni eklemelerle karşılaşıldığında şaşırılmamalıdır.

·       Bu nedenle de bu çalışma kendi yeni yazılımlarını da beraberinde getirecektir.

.   İlgilerinize ve katkılarınıza açık olmak üzere tüm ilgilenen kişi ve kurumlara sunulur:

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 

    25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,

.   BLOG Adresimden izleyebilir, okuyabilirsiniz.

https://gonencibikci-anadilim.blogspot.com/