GERÇEK BİR “ÖĞRETMEN” OLABİLDİK Mİ?
.
"Öğretmen, Öğrenci ve Maarif"
. “Biz
iyi ve gerçek bir öğretmen olabildik mi?"
Bugün şöyle gerilere doğru bir baksak “kendimizi”
bir “teraziye” yatırabilir miyiz?
Şöyle bir düşünelim:
Aile, anne baba kardeşler, mahalle, köy kent ve
okul...
Peş peşe iç içe bizi saran tutan, var eden çevreler
kişiler.
Doğduk, büyüdük, okullara gittik.
Sevdik, sevildik.
Dostlarımız oldu, arkadaşlarımız oldu.
Güldük, sevindik, üzüldük ağladık.
Birçok şeyden hiç de haberimiz yoktu belki de
çocukluğumuzda, gençliğimizde.
Öyle çok da varsıl bir aile çocuğu da olamadık.
Ancak bir ailemiz ve kendimize yetecek denli bir
şeyler vardı elimizde avucumuzda.
Okulda çok mu başarılı idik bilerek isteyerek?
Bunu bugün anımsamak çok da kolay olmayabilir.
Bir adım atarak devlet sınavlarında bulduk mu
kendimizi?
kadar çocuğun içerisinden seçilip de devlet parasız
yatılı okuluna girdiğimizde artık kendi yolumuza ilk adımımızı atmıştık.
Bir yatılı devlet okulu, bir öğretmen
okulu kaç tane çocuğun hayali idi, hangi koşullarda bu okula gelmişlerdi?
Bazı çocuklarda gündüzlü olarak öğretmen okuluna
yazılmışlar ve devam etmek için kendilerince mücadele vermişlerdi.
Bazı aileler çocuklarını paralı okullara kolejler
göndermişlerdi.
Onların yolları ayrılmıştı.
Zaten o çocukları, eski sınıf arkadaşlarını bir
daha pek de görememişlerdi.
Öğretmen okulunda kendilerine verilen mesleki
performans her zaman hissedilirdi. Bizim ülkemiz, yoksul köylerimiz bizi
bekliyordu.
Okuldan çıkınca bir genç öğretmen olarak yurdumun
en ücra köşelerine bile gidebilecek ruh ve cesareti taşırdık.
. Yaşımız daha
18...
Cebimizde hemen, hemen hiç bir şey yok.
Bir güven, bir istek, bir cesaret, koca bir
yürek...
Hiç bir korku, hiç bir endişe yok.
Göğsümüzde öğretmen olmanın verdiği gurur ve iman
düşerdik yollara.
Hem de yanımızda yakınımızda kimse olmadan.
Ailemiz, annemiz , babamız o kadar güvenirlerdi ki,
çok iyi bilirlerdi onların yüzünü hiç bir zaman kara çıkarmazdık.
Birkaç kitap, birkaç eşya ve bir kullanılmış bavul
devletin gönderdiği okula giderdi gencecik öğretmen.
Daha çocuk, çocuk ile genç arası...
Ama bir duruş bir sağlam duruş ki ondaki, sanırsın
koca bir hayat deneyimi var kendinde..
Hiç bir acemilik, ezilmişlik, gariplik göstermeden
hemen koyuldular o çocuklar o gittikleri köylerinin okullarında işlerine.
Hem çocuklara dersler verdiler, hem de onlara güzel
ahlaklı, dürüst insan olmayı öğrettiler.
O köylerde neler yediler, nerelerde yattılar, birer
odaları oldu mu kendilerine verilen?
çocuklar o gencecik bedenleri ve ruhlarıyla o
gittikleri köylerin görünen sorunlarına eğildiler.
Köyü, köylüyü aydınlatmaya, onlara çözüm yollarını
göstermeye çalıştılar.
İşleri sadece çocuk okutmak olmadı hiç bir zaman.
Zamanla başka okullara, başka kentlere çıktı
tayinleri.
Çocuğu kendi ailesini kurdu.
Kendi çocukları oldu.
Bazıları daha da yüksek okullara gitmek istedi.
Bazıları başka mesleklere kaydılar, yeni meslekler
edindiler.
Bazıları ise yine öğretmen olmak için okumaya devam
etti.
O çocuklar, öğretmen okulunda öğrenci olan o çocuklar
artık birer "öğretmen" olmuştu...
Kendilerine kendi öğretmenleri nasıl davrandı ise
onu hiç unutmadılar.
Çok güzel bilgiler, çok güzel kişilik özellikleri
kazandılar onlardan.
Her biri de kendi okulunda kendi öğrencisine en iyi
bilgileri vermek istediler.
Güvenilen, vicdanlı ve güzel ahlaklı insan olmak
istediler.
Asıl yapmaları gerekenin önce iyi bir insan olmak
ve böylelikle de ancak bir “öğretmen” olunacağını kavramak oldu.
Bir okulunda memleketin her hangi bir sınıfta
öğretmenlik yapmak değildi esas olan.
Bir öğretmenin "öğretmen olabilmesi" için gerekli
olan en temel özellikler için, “olmazsa olmazlar” için yaşadılar.
Görevlerinin bilincinde bir öğretmen olmanın
bilincinde yaşadılar, hem okulunda hem de okul dışında.
İyi bir öğretmen, az öğretmen, çok öğretmen, kötü
öğretmen ve benzeri tanımlar ise bu meslek için aslında en baştan belirlenmesi
gerekendir.
Dünyanın her yerinde birçok meslek vardır.
Bu meslekler için gereken eğitimler, öğretimler
verilir.
Mesleklerin özellikleri ve koşulları da tabii ki
çok farklıdır.
Mesleklerini iyi yapmayanlar başarılı olmayanlar, genelde
önce kendilerine zarar verirler.
Öğretmenlik ise tüm meslekler içinde en farklı
özellikleri olan ve de en “kutsal” olan meslektir.
Bu mesleği seçmiş olan ve bu mesleğin içinde olan
kişi bir “öğretmen” olmalıdır her şeyden önce.
Bir öğretmenin özellikleri ne olması gerekir ise
onları üzerinde taşımak zorundadır.
Eğer öğretmen olamayacak ise, kendi
kişisel özellikleri buna uygun değilse, kimseye zarar vermeden ayrılıp, kendine
"başka bir iş" bulmalıdır.
Birçok kişisel yanlışlıkları nedeni ile öğrencisine
yanlış ve kötü davranan kişi artık bir öğretmen değildir.
O ancak öğretmenlik "işini"
yapan birisidir ne yazık ki...
Onun bu meslekte tutulması çok
yanlıştır.
Önce anne ve baba gelir bir çocuğun yaşamında en
önemli olan.
Daha sonra anaokuluna gidiyor ise oradaki
görevliler gelir.
İlkokul ise bir çocuğun yaşamının en önemli
dönemidir.
İlkokul öğretmeni en önemli kişidir bir çocuk için.
Yaşamın kendisinden beklediklerini öğrenecektir
çocuk burada.
Artık yanında öğretmeni olacaktır ona sevgiyi verecek,
güzel ve doğru bilgiler öğretecek olan.
Çocuğun öğretmeni ona insan olmanın en güzel
yönlerini öğretecektir.
Saygıyı, sevgiyi, kendine güvenmeyi, dürüst olmayı,
acıma duygusunu, sevinmeyi, görev alabilmeyi ve değerler kavramını çocuğa
“öğretmen”i öğretecektir ona.
Çocuk okula geldiğinde o öğretmene
bir “emanet”tir.
Her şeyi ile çocuk o öğretmene
“teslim” edilmiştir.
Devlet ve yasalar öğretmene bu “görev”i vermiştir.
Anne ve babası en adil bir biçimde davransın diye
“güvenerek” çocuğunu bu öğretmene vermiştir,.
Şimdi sormak gerekecektir bu kişiye:
- Sen bir “öğretmen” olabildin mi?
- Kendini "gerçek" bir öğretmen olarak
hazırladın mı?
- Vicdanın, bilgini kalbini ruhun ve
davranışlarınla sen bir “öğretmen”misin?
- Genel tanımıyla “sen iyi bir öğretmen” misin?
Okulda çocukla, öğrenci ile karşı karşıya gelen her
görevli her zaman kendine bu soruyu sormak ve kendini denetlemek zorundadır:
- Sen gerçek bir öğretmen olabildin mi?
- Hem bugün için, hem de "yarın için"
öğrencine iyi davranıyor musun?
- Onu en adil bir biçimde yetiştirebiliyor musun?
- Ruhen ve bedenen ona iyi davranıyor musun?
- Dilin, elin, beynin ve de yüreğin bu çocuğun
iyiliği ve iyi bir insan olması için çalışıyor mu?
Öğretmen önce kendi "vicdanıyla" baş başa
olmalıdır.
En yüce mahkemeyi kendi "iç dünyasında"
yapmalıdır.
Öğretmene verilen yetkiler hiç bir
zaman çocuğa eziyet etmek, ona ruhen ve bedenen kötü davranmak hakkını vermez.
O küçücük çocuk ya da o gencecik insan eğer o
öğretmenin bir öğrencisi ise her zaman ve her koşulda ona iyi davranmak
zorundadır.
Öğrenci bir “yanlış” yapabilir, “görev”ini,
“ödev”ini tam olarak yerine getiremeyebilir.
Bir öğretmene düşen ise tam da bu durumda
öğrencisine “doğru” davranarak ona “iyi yolu” göstermektir.
Okul, öğretmen, öğrenci ilişkisi bir suç-ceza
ilişkisine dönemez.
Ancak çağdaş ve doğru yöntemlerle doğru yol
gösterilebilir, öğüt verilebilir.
Gerçek bir “öğretmen” olarak davranamamış kişiler, eğer
öğrencilerine kötülük yapmışsa, yıllar da geçse unutulmaz.
O kişiler hem o çocukların gözünde hem de kendi öz
vicdanlarında hep yargılanırlar.
Öğretmenlerin yanlış ve şiddete yönelik
davranışları nedeni ile okuldan uzaklaşmış, okumayı bırakmış çocuklar olmuştur.
Bu ise çok üzücü bir durumdur.
Çok acıdır.
O çocuk yaşamı boyunca buna neden olan kişiye hep
neler demiştir acaba?
Bir çocuğun, bir gencin yaşamı ile,
onu kişiliği ile oynamaya, ona “zarar vermeye”, “eziyet etmeye” hiç kimsenin
hakkı yoktur.
Bu nedenle bizler her zaman okullarımızda gerçek
“öğretmen”lerin olmasına, hasta ve sapık ruhlu olanların olmamasına
çalışmalıyız.
Çocuk haklarını, öğrenci haklarını
tanımak ve onları kollamak zorundayız.
Eğer bizim vicdanımız varsa, bir kalp taşıyor isek,
huzur içinde yaşayan iyi insan olmak istiyor isek, insan haklarına, hukukuna
uymalı ve saygı göstermeliyiz.
Tabii ki her şeyin başında o küçük insanlara,
çocukların haklarına sahip çıkmalıyız.
“İnsan onuru dokunulmazdır”, yücedir.
Buraya kadar çok şey söyledim, bir değerlendirme ve
öneriler dizgisi yaptım.
Ama bir de işin başka yanı var tabii ki...
- Sen devlet olarak nasıl bir sistem
nasıl bir yöntem kurmak istedin?
- Milli eğitimin, Türk maarif sisteminin yapısı ve
durumu nedir, nasıldır?
Onlarca yıldır okullar yapıldı bu ülkede, bir sürü
yüksek okul-üniversite açıldı.
Yeni, yeni yapılar ortaya çıktı.
Yeni kuruluşlar, şirketler, özel okullar, vakıflar
yayıldı her bir yana...
Sanki bir sihirli el son yıllarda Türkiye’de parlak
bir dönem (!) açtı.
Anneler babalar çocukları için en küçük yaşlarda
bir cendere içerisinde buldular kendilerini.
Çocukları için her şeyin en iyisini istemeye
başladılar.
Tüm çocuklar ve gençler yıllarca kurslara,
dershanelere gönderildi.
Çuvalla paralar harcayan da oldu, üzülen de,
sevinenler de...
Türk halkına bu işleri bir seçenek olarak sundular:
- "Devlet
okullarına değil özel okullara gönderin!"
Türk maarifi, eğitim sistemi kökten yanlış yola
girdi.
- Çocuklarımız nasıl bir eğitim
almalıdır?
- Nasıl bir insan, nasıl bir Türk yurttaşı
oluşturulmalıdır?
- Hangi ilkeler, hangi kurallar, hangi
yöntemler bizim toplumumuzun geleceği için önemlidir?
- Çocuklarınız kimler tarafından okutulacaktır,
onların öğretmenleri nasıl insanlar olacaktır?
- Öğretmenlerimiz nasıl yetiştirilecektir?
- Öğretmen yetiştirmede ana unsurlar
neler olacak?
- Mesleğe “uyuşuk, yeteneksiz” kişiler girmesin
diye neler yapılacak, hangi sınavlardan geçirilecek?
- Öğretmenin adil, vicdanlı ve “güzel ahlaklı”
olması nasıl sağlanacaktır?
- Öğretmenin “saygınlığı” nasıl sağlanacaktır?
- Okullarımızın donanımı nasıl “çağdaş” bir modele
kavuşmalıdır?
- Öğretmenin toplumdaki “sosyo ekonomik” konumu
nasıl olacak?
- Onlara nasıl bir “aylık” vereceksiniz?
- Hali, vakti yerinde olmayanların çocuklarının
gelecekleri için nasıl bir “şans eşitliği” sağlayacaksınız?
Türkiye insanının en iyi yetiştirilmesini isteyen
bir sistemi hedefleyemeyen partilere, kişilere yer vermeyiniz, onlara destek
vermeyiniz.
Siyasi partilerde bunu sorgulayınız.
- Üye olduğunuz siyasi partilerde yaptığınız
çalışmalarda maarif konusunu sorgulayabiliyor musunuz?
- Türkiye insanının dünya ülkeleri içinde nerelere
gelmesini istiyorlar mı, bunun için neler düşünüyorlar?
Türkiye insanının yetişmesini ciddiye
almayan bir siyasi partiyi ciddiye almayınız.
Türkiye tarihine ve milli karakterine sahip
çıkmalıyız.
Türkiye insanının kendi anadiline ve kültürüne
sahip çıkan donanımlı insanlardan oluşmasını istemeliyiz.
Türkçe çok güçlü bir dildir.
Türkçe ile her şeyi anlatabiliriz,
düşünüp, fikir geliştirebiliriz, bilim yapabiliriz.
İkinci dilleri öğrenmede en güçlü dildir
Türkçe'miz.
- Milli eğitimin içerisinde Türkçe daha güçlü
olarak yer almalıdır.
Bir Türk çocuğu doğumundan emekliliğine değin her
zaman kendi anadiline, Türkçe’ye güvenmeli, sahip çıkmalı ve kendini bu alanda
devamlı geliştirmelidir.
Diline sahip çıktıkça okuyan ve yazan insanlarımız
olmalıdır.
Dün Çanakkale’de “yendik” dediğimiz emperyal güçler
inanın hiç bir zaman uyumamışlardır.
Daha da yayılarak, güçlenerek "global
güç" olarak yaşamın her yanına egemen olmuşlardır.
Bu güçlere karşı dayanabilmek için para, pul,
silah, sanayi değil önce güçlü bir MİLLİ EĞİTİM gerekecektir.
Bunu sağladığımızda zaten çocuklarımız kendi
ülkelerinin kalkınmasına ve savunulmasına da sahip çıkacaktır.
Emperyal güçlerin ve onların ülke içindeki
taraftarlarının ve kuruluşlarının, parti ve vakıflarının en
"korktuğu" da budur zaten:
- Ulusal bilinç ile oluşmuş bir MİLLİ EĞİTİM!
Bu nedenle de maarif konusunda ilk önce başarılı
olmuşlardır, içini boşaltıp, kendi çıkarlarına yönelik yollara sokmuşlardır.
Türkiye’de bir Köy Enstitüsü vardı ve bu model ile
kimler, nasıl eğitilmişti, nasıl öğretmenler yetiştirilmişti?
Köy enstitülerini kapattırmışlardır.
Eğitim enstitülerini kapattırmışlardır.
İlköğretmen okullarını kapattırmışlardır.
Sanat enstitülerini kapattırmışlardır.
Yerine ise boyalı, paralı, testli, özentili,
amerikancı... özel okullar getirmek istemişlerdir.
Bundan 100 yıl önce verdiğimiz “ulusal kurtuluş
savaşı”nı ve bunun sonucunda kurulan “Türkiye Cumhuriyeti”ne ve “Başkomutan
Gazi Mustafa Kemal”e sahip çıkmayan bir eğitim sisteminin bugün de ve
gelecekte de Türkiye insanına bir yarar “getirmeyeceğini” çok iyi kavramalıyız.
Aklını kullanabilen, bilime, sanata
değer veren, imanı ve kişiliği güçlü, yurt sever ve de insanlık ailesinde öz
güveni ile dik duran çocuklarımız olursa ancak yarın bir “Türkiye” olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti özgür, bağımsız ve bir hukuk devleti olarak
ayakta kalacaktır.
Kısaca söylersek, sorunların en
başına hem öğretmen yetiştirmede hem de öğrenci hakları ve gelişimi için “Milli
Eğitim”i koymak zorundayız.
Bunu da toplumun "her kesiminde" ilk
sırada tutmalıyız.
Politik partilerin programlarını bu
gözle incelemeli ve tartışmalıyız.
Bunları konuşmalı ve tartışmalıyız.
Bizim başka bir yolumuz yoktur.
Atatürk'ün söylediklerini asla unutmamalıyız:
. "Cumhuriyet
sizden "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller ister."
. "Öğretmenler; Yeni nesli,
Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve
yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır…"
. "Öğretmenler her fırsattan
istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin
çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan "ibaret olmayacağını"
anlamalıdır."
. "Yeni kuşak, en
büyük cumhuriyetçilik dersini bu günkü öğretmenler topluluğundan ve onların
yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır."
. "Benim asıl
anlatılacak yanım öğretmenliğimdir. Topluma, milletime ben, öğretmenlik
yapabiliyorsam, beni onunla anlatın. Yoksa kazandığım zaferler, yaptığım öteki
işlerle beni anlatmanız pek önemli değildir."
. Bizler
için asıl gündem bunlar olmalıdır.
. Bir
öğretmenler günü gelip, her yeri kutlamalar sardığında beni bu konular
düşündürdü…
Anne ve babalarımıza ve öğretmenlerimize sağlıklı
ve umut dolu yarınlar, güvencelerle dolu bir toplum diliyorum…
. Öğretmen
Gönen Çıbıkcı, 27.11.2022, MŞ.
*************************************************************