Türkçe Çağdaş Ve
Güçlü Bir Dildir
Güçlü Bir Dildir
Almanya'da
resmi dil Almanca'dan sonra halkın konuştuğu en büyük anadil Türkçe'dir.
Sayıları iki milyon yediyüz çerçevesinde
olduğu sanılan bu Türkçe dilli halk grubu ne yazık ki kendi gücü oranında temsil
edilememekte ve Türkçe hak ettiği yeri alamamaktadır.
Bugün dünya genelinde 300 milyon kadar
insanın konuştuğu köklü ve büyük bir dil olan Türkçe altı ülkede resmi dil
konumundadır.
Almanya'nın
eğitim sistemi ise Türkçe'ye çok dar bir hareket olanağı tanımaktadır. Bu
alanın genişletilememiş olmasında Türkçe dilli halk grubunun savsaması ve
içinde bulunduğu yanlış kanılar da büyük rol oynamaktadır.
Türkçe
dili yüzyıllar boyunca savsamaya uğramış, çeşitli etmenler onun gelişimini
kösteklemiştir. Bu ağır koşular altında da Türk dili ne yapıp yapıp öz
varlığını ve benliğini korumayı başarmıştır. Anlatı yollarının çeşitliliği ve
özgünlüğü bakımından dilimiz dünyanın en
olağanüstü yetenekte ve güzellikte bir dilidir.
Dilde
özgürlük ve özerklik ile dilin gelişip varsıllaşması sorunları, birbirlerinden
ayrılmayan, birbirleriyle atbaşı yürümesi gereken bir ilkeyi gösterir.
Bir
dilin varsıllığından ne anlarız?
Bir defa, her şeyden önce sözcük
dağarcığının varsıllığını dile getirir. Ayrıca engin ve gelişmiş bir dilde
anlatım incelik ve çeşitlilikleri; kullanışlı ve varsıl içerikli kavram ve
düşünce kalıpları; dilin aşılama, çağrışım ve seçkin uygulama örnekleri yoluyla
dile getirdiği düşünceler; renk, canlılık, kıvraklık ve dygulanma unsurları...
Birkaç
sözcükle söyleyecek olursak geniş anlatı olanaklarının yaratılması ya da
esinlenmesi; dil bilinci, dil duygusu, dil estetiği; dilin vurgusu, ses
uyumları ve düzenliliği gibi özellikleri; dakiklik, ve ince anlam ayırımları
duyarlılığı gibi nitelikler hep dil varsıllığını belirleyen ve
simgeleyen özelliklerdir.
Bunları
da yazınsal dil açısından ve bilimsel, mantıksal anlatım açısından olmak üzere
iki bölüm olarak düşünmek yerinde olur.
Çünkü, örneğin, bir ve aynı sözcüğün
birden fazla anlam taşıması cinas gibi bir yazınsal sanat açısından dilin
olumlu bir özelliği sayılabileceği gibi, anlatı açıklığı ve dakikliği açısından
olumsuz bir özellik sayılmak durumundadır.
Dilimizin
ileriye yönelik gelişmelere yetenekli olduğundan şüphe edilmez. Dilin ekin
dili ve daha da öte bir bilim dili yönünde geliştirilmesi ise bir
devamlılık işidir. Bu amacın gerçekleştirilmesi kesin ve açık bir gereksinim
olduğuna göre bu yolda duyulacak tüm çekinceleri ne yapıp yapıp bir kıyıya
itmek zorunluluğundayız.
Özellikle
öğretim dili olarak Türkçe'nin yurdumuzdaki toplumsal yeri günümüzde
güncel ve ivedili bir sorun boyutlarını taşımaktadır. Bugün birçok yüksek
okulda birçok dersin başka bir dil aracılığıyla verilebiliyor olması çok
düşündürücüdür.
"Bilim uluslararasıdır. Uluslararası bilim dili ise İngilizce'dir. O
halde eğitimi İngilizce yapalım" "yanılgısı" devam etmektedir.
Bilimin
uluslararası olan yanı onun yöntemleridir. Hangi konuda araştırma yapılacağı,
ne üzerinde çalışılacağı, yani bilimin amaçları, erekleri ise ulusaldır, toplumsaldır,
kişiseldir.
Yabancı
dilin, başlı başına yabancı dil derslerinde, özel yöntemli, görsel ve işitsel
dil kurslarında öğretilmesi gerekirken Türkiye'de yeni ve çok verimli yabancı
dil öğretme yöntemleri uygulanmamış, onun yerine gittikce sayısı artan
okullarda, birçok dersin Türkçe yerine İngilizce verilmesine
çalışılmıştır.
Öğretim
dili olarak Türkçe'nin savsaklamaya uğramış olmasının etkileri Türkiye dışına
buralara kadar ulaşabilmektedir. Bir dile verilen toplu ve genel değer
yargıları o dilin tüm yayılma ve etkileme alanlarında kendisini gösterir...
Böylesine uzun süredir gele gelen genel kanı ve eğilim ise kendine özgü de bir
dil mentalitesi geliştirmiştir. İşte bu
"kabul edilir olma durumu" etkilerini Avrupa'daki Türklerde de
kendisini göstermektedir.
Buna
bağlı olarak da kendi gelecekleri demek olan çocuklarının, okullarda Türkçe
dilini öğrenmeleri yönünde duyarlılığı ve bir çabayı gösterememektedirler. Türk
dilini Almanya'da kullanma ve geliştirebilme konusunda çok
yetersiz kalmaktayız. Bu durum ise bir ekin yıkma ve kendini dışa bağlama
olgusunu da, ister istemez, beraberinde getirecektir.
Türk
dilini ilerletmek , işletmek ve geliştirmek demek, öteki dillerde, tarihte ve
de şimdi bilim, sanat, teknik, endüstri, felsefe, hukuk, ahlak, dil, din,
politika, sanat.... alanlarında, başta anıtsal yapıtlar olmak üzere, yazılmış
olanların dile kazandırılması ve şimdi, adı geçen alanlarda, o alanların
eliyle, dilimize, bilinmeyen, yeni, özgün anlamlar getirmesi ve bunların dile
dökülmesi; Türkçe'de, tarihte, unutulmuş olanların temizlenerek diriltilmesi,
bırakılmış olanakların yakalanması demektir. Bu eylemlere ise yalnızca dil
çalışmaları destek olur.
Türk
dilini ilerletmek demek, bu işlemlerin bilim, teknik ve endüstri alanının
adamlarınca yapılması, bunun Türk dilinden dökülüp yazıya geçirilmesi
demektir.
Bilindiği
gibi Atatürk, Türk dilinin hem anlam hem de biçim yönünden, gerçekleştirilecek
Türk ulusuna dönük hümanizması için devlet adına
"milli
his ile milli dil arasındaki bağlantı çok kuvvetlidir. Dilin milli ve varsıl
olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en
varsıllerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek
istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan
kurtarmalıdır."
sözleriyle 2 eylül 1930'da bir
çağırıda bulunmuştur.
Bu sözler bu gün için de ayni derecede
önemlidir ve geçerlidir.
Biz
öteden beri dilimize büyük ilgi ve özen göstermiş bir ulusuz. Son yıllarda tüm
dünyada orta ve gerekse yüksek öğretimde İngilizce'nin ağırlık kazandığını
gözlemlemekteyiz.
Ayrıca
toplumsal yaşamımızda (yirmiye yakın dilden oluşan) Osmanlıca ve Frenkce
kokan " dil çorbası dönemi" başlamıştır artık. Ses bayrağımız Türkçe
1980'li yıllarda vurgun yedi. Dikkatlice okuyun gazeteleri, dergileri; bilinç
uyanıklığı ile dinleyin televizyonları ve radyoları.
Türkiye'deki mağazaların adlarına bir
bakın. Kendinizi bir yabancı ülkede hissettiğiniz anlar olacaktır. Türkçe'nin
nasıl çırpındığını göreceksiniz.
Fransa'daki gibi bir "anadili koruma yasası" benzeri bir yasanın bizde de
çıkması sağlanmalıdır. En azından levha ve tabelaların Türkçe sözcüklerle
yazılması sağlanmalıdır.Türkçe'den kopanlar, sanki Türkiye'den de
uzaklaşıyorlar...
Oysa,
öğretim ve ekin dili olarak dilimizin önemini yitirmesi, toplumsal yaşamımızda
dile hiç önem vermememiz ekin ve uygarlık davamıza aykırı düşen bir durumdur.
Almanya'daki durum da Türk dilini çok daha da geriye itmektedir.
Dilimizin öz varsıllığını öne
çıkarabilmek ve onu dünya dilleri arasında, değerine yaraşır yüksekliğe
eriştirmek nasıl sağlanacaktır ? Ya da bizim böyle bir hakkımız ya da görevimiz
var mıdır ?
Biz
bir yandan batı dillerindeki her sözcüğün karşısında bir de Türkçe sözcüğün
olmasını isteme durumunda olmamız gerekirken bir de bakıyoruz ki nerede ise
Türkçe AFC'de yok olma durumuna doğru itilmektedir.
Bunda ana etken dilden mi
gelmektedir, yoksa uygulama ve kavram olanlarındaki işlersizlikten mi
kaynaklanmaktadır?
Bu
alanda bir tartışma ortamının oluşması, Türkçe dilli halkın kendi diline
sahip çıkması, öyle gözüküyor ki, daha başlamış değildir. Halkımızın
genel kanısının tam tersine, Türkçe'nin yalnızca evde konuşuluyor olması
yetmez!
Okullarda iyi bir "anadili eğitimi" verilmelidir. sanatcılar, yazarlar
ve ozanlar Türkçe'nin engin kaynağından bilinçle yararlanmalı yeni yapıtlar
yaratmalıdırlar. Türkçe sevgisini halka aşılamalıdırlar.
Bir
dilin yaşaması ve onun ileriye dönük olarak gelişebilmesi için, okullarda çağdaş
yöntemlerle, uzmanlarınca öğretilmesi gerekmektedir.
Bunun sonucu olarak da
Türk dilinde kendini yetiştirebilme olanağını bulabilmiş olan bilimciler
yetişecektir.
Böylelikle de Almanya'da Almanca'nın yanı sıra Türkçe'yi bilim
dili olarak görebileceğiz.
Bu
da Türkçe dilli halkın geleceğe yönelik bir ereği olmalıdır. İşte aydınımızın
ve bilimcimizin bir görevi de bu olacaktır.
Bunun bir hayal olmaktan çıkıp, çok
ekinli bir toplumun vermesi gereken gerçek bir hak olduğunu görmek,
ancak bizlerin tümümüzün, ortak bir çabası sonucu elde edilecektir.
"Ülkesini,
yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller
boyunduruğundan kurtarmalıdır."
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg,
21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder