2 Kasım 2025 Pazar

ANNELERİN YÜKÜ

 .   ANNELERİN ÜZERİNDEKİ YÜK

.   “Anne olmak, annelik yapmak” neden birçok anneyi hasta ediyor?
.   Her üç kadından biri, özellikle anneler, ruhsal bozukluklardan çok rahatsız…
.   Annelikle ilgili beklentiler çoğu zaman imkânsız derecede yüksek oluyor ve sağlık ve zaman kaybına yol açıyor. 
.   Annelerin üzerindeki “yüksek zihinsel yük” ve çoğu zaman karşı karşıya kaldıkları imkânsız “beklentiler“ birçok anneyi etkiliyor.
.  Tükenmişliğe veya diğer ruh sağlığı bozukluklarına yol açabilen bu “psikolojik yük”, anneler arasında yaygın.
.  Bu aşırı yüklenmenin nedenleri çok yönlüdür ve çoğunlukla iç ve dış etkenlerin bir bileşkesinden kaynaklanır :
A) Ebeveynlik neden sıklıkla anneleri hasta ediyor?
1-"Zihinsel yük" ve eşitsiz dağılım:
Günlük aile hayatındaki görünmez organizasyonel ve zihinsel işlerin (zihinsel yük) ana sorumluluğu genellikle annelere aittir . Bu, randevuları, doğum günlerini, alışverişleri vb. planlama, koordine etme ve öngörmeyi içerir.
Bu zihinsel yük çoğu zaman göz ardı ediliyor ve anneler (yarı zamanlı) çalışıyor olsalar bile eşler arasında eşit olarak paylaşılmıyor.
2-Yüksek mükemmellik standartları ve toplumsal beklentiler:
"Mükemmel anne" ideali ulaşılamaz bir şeydir. Anneler, her rolde (anne, eş, çalışan, ev hanımı, arkadaş) en iyi performansı gösterme baskısı altındadır .
Yeterince iyi olmama korkusu vardır ve bu da sürekli bir suçluluk duygusuna yol açabilir.
3-İş ve ailenin çifte yükü:
Birçok anne çalışmakta ve hem iş hem de çocuk bakımı arasında mekik dokumaktadır . Her iki alanda da sürekli "çalışmak" zorunda kalmak, kronik strese ve bitkinliğe (tükenmişlik sendromu riski) yol açar .
4-Yardım eksikliği ve izin süresinin yetersizliği:
Kişinin kendi istekleri ve ihtiyaçları arka planda kalır . Boş zaman, kendine zaman ayırma ("ben-zamanı") ve partneriyle birlikte geçirilen zaman azalır, bu da yorgunluğu teşvik eder .
5-Özel stresler:
Bekar anneler, tek başlarına sorumlu olmaları ve çoğunlukla maddi kaygılar taşımaları nedeniyle özellikle savunmasızdırlar .
Ruhsal hastalıklar doğumla doğrudan bağlantılı olarak da ortaya çıkabilir (örneğin doğum sonrası depresyon veya anksiyete bozuklukları).
B) Annelere bu konuda ne yardımcı olur?
.   Kendinizi sınırda hissediyorsanız veya kendiniz ya da eşiniz için destek arıyorsanız, zihinsel yük veya anne tükenmişliği konusunda danışmanlık merkezleri veya çevrimiçi kaynaklara ulaşmaktan ve yardım almak yararlı olur.
.    Yardım ve Önlemler:
Zihinsel stresi azaltmak ve önlemek için kişisel, ortaklık ve toplumsal düzeyde adımlar atılması gerekiyor.
1. İletişim ve Adil Dağıtım (Zihinsel Yükün Azaltılması):
-Görünmeyeni görünür kılın: Günlük aile hayatında ortaya çıkan tüm görevleri (planlama, organizasyon, tamamlama) listeleyin (örneğin, paylaşılan bir liste veya aile takvimi ile).
-Tanımlanmış sorumluluklar: Belirli alanlara ilişkin sorumluluğu iki taraf arasında kesin bir şekilde bölün ve daha sonra sorumluluğu fiilen devredin ( "bırakın" ).
-Şunu dile getirin: Eşinize şunu açıkça söyleyin: "Artık bu yükü tek başıma taşımak istemiyorum." Birlikte çözümler arayın.
2. Kişisel bakım ve önceliklerin belirlenmesi:
-Mükemmeliyetçilikten vazgeçin: "Mükemmel" yerine "Yeterince iyi" sloganını benimseyin. Yardım istemenin ve her şeyi yapamamanın “sorun olmadığını” öğrenin.
-Kişisel bakım rutininizi planlayın: Günlük hayatınıza “bilinçli” olarak molalar ve dinlenmeler ekleyin.
Bu, spor, hobiler, rahatlatıcı bir banyo ya da “hiçbir şey” yapmamak olabilir.
-Netlik kazanın: Kendi “duygularınızı” ve “sınırlarınızı” kabul edin ve ciddiye alın.
Bazen “hayır” demeyi öğrenin.
3. Profesyonel destek ve rahatlama:
-Yardımı kabul edin: Ailenizden, arkadaşlarınızdan veya dışarıdan gelen yardımlardan (örneğin, bebek bakıcıları) destek alın.
Zayıflık göstermek pek de iyi değildir.
-Aile hekimi/Psikoterapi: Sürekli yorgunluk, anksiyete veya depresyon durumunda (8-12 haftadan uzun süren semptomlar), aile hekimi daha sonraki adımları görüşmek üzere ilk temas noktası olmalıdır.
-Anne-çocuk rehabilitasyonu: Annelerin iyileşmesine destek olabilecek kurumlar var mı, diye araştırın.
“Psikosomatik tükenmişliğin” önlenmesi ve tedavisi için “danışmanlık ve rehabilitasyon” programları sunana yerleri gidip, danışmalarda bulunun.
C) Anneler neden hep kendileri üstlenmek ister? Çocuklarına karşı hep koruyucu davranır?
.   Annelerin çok fazla “sorumluluk” alma ve “aşırı şefkatli” olma eğiliminin karmaşık psikolojik, sosyal ve biyolojik kökenleri vardır.
.   Anneler her şeyi tek başlarına yapmak istemezler; ancak köklü “rol modellerin” etkileşimi , “mükemmel olma” yönündeki “yoğun baskı” ve “kontrolü kaybetme” ya da “çocuğu tehlikeye atma” korkusu, tüm “yükü annelerin omuzlarına” yüklemelerine neden olur.
.  Annelerin çoğu zaman her şeyi “kendi ellerine” almalarının ve çocuklarını aşırı korumalarının başlıca nedenleri şunlar olabilir:
1. Sosyal roller ve "zihinsel yük"
a-Kontrolü kaybetme korkusu: Anneler görevleri devretmeye çalıştıklarında, genellikle güçlü bir kontrol kaybı hissi yaşarlar veya "Bunu kendim daha hızlı/daha iyi yapabilirim" diye düşünürler.
b-Sosyalleşme ve rol modeller: İlerlemeye rağmen, kadınlar genellikle çocukluktan itibaren "bakıcı" rolüne alıştırılır.
Toplumdaki ideal anne imajı, “özveri ve sürekli ulaşılabilirlikle” güçlü bir şekilde bağlantılıdır.
c-Bir tuzak olarak "zihinsel yük": Anneler genellikle tüm aile yönetiminin (planlama, organize etme, öngörme) “zihinsel sorumluluğunu” üstlenirler.
Bu sürekli zihinsel çalışma kendi gözetimleri olmadan bir şeylerin “ters gideceği” korkusuyla, “kontrolü elde tutma” ihtiyacı hissi yaratır.
2. Psikolojik mekanizmalar ve korkular
a-Mükemmeliyetçilik ve öz saygı: Birçok anne, "ideal" ebeveyn olmak için kendilerini aşırı derecede baskı altına sokar.
Sorumluluk almak ve her şeyin “mükemmel” bir şekilde yürümesini sağlamak, anne olarak “öz saygılarıyla” bağlantılı hale gelir .
b-Çocuğun refahı konusunda korku (aşırı korumacılık):
-Artan kaygı: Çocukları “koruma arzusu” doğal bir içgüdüdür.
Ancak, hayali veya gerçek tehditler karşısında artan kaygı, aşırı korumacılığa yol açabilir. (genellikle "helikopter ebeveynlik" olarak adlandırılır)
-Başarısızlık korkusu: Ebeveynler genellikle çocuklarının hata yapmasını veya başarısızlığı deneyimlemesini “engellemek” isterler.
Çocuğun “hayal kırıklığı” veya “üzüntü yaşamaması” için zemin hazırlarlar.
Paradoksal olarak, bu durum çocuğu “öz yeterlilik” ve “hayal kırıklığı toleransı” geliştirme fırsatından mahrum bırakır.
c-Telafi: Bazen anneler “kendi çözülmemiş sorunlarını” veya “eksikliklerini” ebeveyn rolüne aşırı katılımla telafi ederler. (örneğin, kendi çocukluklarında sevgi veya ilgi eksikliği, kariyer başarısızlıkları)
3. Biyolojik ve bağlanmaya özgü etkenler
a-Biyolojik yakınlık: Hamilelik ve emzirme döneminde anneler, genellikle çocuklarıyla en başından itibaren daha “yoğun” bir fiziksel ve duygusal bağ kurarlar.
Bu, çocuklarının ihtiyaçlarını daha “sezgisel” olarak algılamalarına ve onlara karşı daha fazla “sorumluluk” hissetmelerine yol açabilir.
-Oksitosin (bağlanma hormonu): Doğum ve emzirme sırasında salgılanan oksitosin hormonu, bağlanma ve anne bakımında önemli rol oynar.
Ç) Rahatlama yolu
.  Annelerin kendileri ve çocukları için daha sağlıklı olmak adına “sorumluluk devretmek” ve "helikopter" davranışlarını azaltmak için atabilecekleri belirli adımlar hakkında daha fazla bilgi edinmek aslında çok yararlı olacaktır.
.  Önemli olan, bırakmayı ve sorumluluktan vazgeçmeyi “etken” olarak uygulamaktır:
1-Çocuklarınıza yaşlarına uygun sorumluluklar verin:
Çocuklarınıza yaşlarına uygun görevler verin, böylece öz yeterliliklerini geliştirebilirler.
Sorumluluk alan bir çocuk daha sağlıklı bir öz güven duygusu geliştirir.
2-Görevleri önceliklendirmek:
Her şeyin “mükemmel” olması gerekmez.
İş yükünüzdeki boşlukları değerlendirmek ve gereksiz görevleri ortadan kaldırmak büyük bir rahatlama sağlar.
3-Yetki devretmenin güven yarattığını kabul etmek:
Anneler, “sorumluluktan vazgeçmeyi” bir kontrol kaybı olarak değil, eşlerine ve çocuklarına duydukları “güvenin bir göstergesi” olarak görmeyi öğrenmelidir.
D) Sağlıklı aile ve toplum yaratmak:
.  Toplumun, çevrenin ve de ailenin üzerine düşen aslında sağlıklı ve huzurlu bir toplum yaratabilmektir.
.  Bu konuda hem devlete hem de bize, bireylere çok görev ve anlayış düşmektedir.
.  Annelerin bu anlamda daha güvenli, huzurlu ve mutlu olmasını istemeli ve onlara yardımcı olmalıyız.
.     Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.11.02, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:  ….
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)

*****************************************************************************************


25 Ekim 2025 Cumartesi

ÇOCUK YETİŞTİRMEK

   ÇOCUK YETİŞTİRMEK   

.   Çocuk yetiştirmenin temel ilkeleri ve doğruları vardır.
.   Bunlar evrenseldir ve her yerde geçerlidir.
Bunları önemsizleştirmeniz ya da ortada kaldırmanız çok “kötü sonuçlar” verebilir.
Onların her şeyden önce “çok iyi ve düzgün insanlar”, yurttaşlar olmasını hedefleyin.
- Çocuklarınız birer dizi oyuncusu, şarkıcı, film yıldızı, manken... gibi yetiştirmeyin.
. Çocukları kendi ilgi alanlarına, doğal yeteneklerine ve mutlu olacakları yollara yönlendirmenin, onları belirli bir mesleğe ya da şöhret hedefine zorlamaktan çok daha sağlıklı olduğu düşünülür.
. Çocukların kendi hayallerini takip etmelerine destek olmak, ebeveynlerin gerçekleşmemiş hayallerini onlara yüklememek önemlidir.
. Çocuklarınızın ünlü kişilere, mankenlere, şarkıcılara, film yıldızlarına özenip, öyle giyinmelerine, davranmalarına izin vermeyin.
Bu öneride önemli bir nokta var:
Çocukların özgünlüklerini ve kendi kimliklerini geliştirmelerine olanak sağlamak.
Çocukların hayranlık duydukları kişileri taklit etmeleri doğal olsa da, bu taklidin aşırıya kaçmaması ve çocukların kendi değerlerini, düşüncelerini ve tarzlarını keşfetmelerinin önüne geçmemesi önemlidir.
-Özgünlüğü Teşvik Etmek: Çocukların popüler kültürdeki bir imajın kopyası olmaktansa, kendi benzersiz kişiliklerini, ilgi alanlarını ve zevklerini geliştirmelerini desteklemek.
-Yanlış Değerlere Özenmeyi Engellemek: Ünlüler dünyasında bazen ön planda olan yüzeysellik, aşırı materyalizm veya sağlıksız davranışlar gibi özelliklerin taklit edilmesinin önüne geçmek.
-Sağlıklı Gelişimi Önceliklendirmek: Çocukların, medyada gördükleri kusursuzlaştırılmış vücutlar ve imajlar yerine, karakter gelişimine, eğitime ve gerçek hayattaki ilişkilere odaklanmasını sağlamak.
.   Yani, amaç hayranlığı tamamen yasaklamak değil, çocuğun taklit ettiği figür yerine kendisine odaklanmasını ve sağlıklı bir birey olarak büyümesini sağlamaktır.
.   Çocuklarınızın doğal, temiz, sağlıklı, bakımlı, düzgün ve doğru.. görünüşte olmalarını, böyle giyinip davranmalarını sağlayınız.
Bu son öneri, önceki iki önerinin (çocukları şöhrete zorlamamak ve ünlü taklitlerinden kaçınmak) olumlu bir alternatifi olarak görülebilir ve genellikle ebeveynlikte arzu edilen bir yaklaşımdır.
Bu maddelerle kastedilen temel noktalar şunlardır:
-Doğallık ve Sadeliği Teşvik Etmek: Göz alıcı, abartılı, yaşlarına uygun olmayan kıyafetler ve makyaj yerine, temiz ve sade bir görünümü benimsemelerini sağlamak.
-Hijyen ve Sağlığa Önem Vermek: "Temiz" ve "Bakımlı" olmak, kişisel hijyene (banyo, diş fırçalama, tırnak bakımı) ve genel sağlığa (dengeli beslenme, spor) dikkat etmeyi içerir.
-Düzgün Davranış ve Görünüş: "Düzgün ve Doğru" hem giyimde kişinin bulunduğu ortama uygun ve özenli olmayı hem de davranışlarda saygılı, görgülü ve ahlaki olmayı ifade eder.
.   Özetle, bu yaklaşım çocuğun özüne, sağlığına ve karakterine odaklanmasını, dış görünüşü bir şöhret veya taklit aracı olarak değil, özsaygı ve çevreye saygı göstergesi olarak kullanmasını sağlamayı amaçlar.
.   Çocuklarınızı tüketim toplumundan, kozmetik endüstrisinden, moda endüstrisinin baskılarından koruyunuz; makyaj ve uzun tırnak, oje... özentisinden uzak tutun.
.   Bu da önceki önerilerle tutarlı, çocukların sağlıklı gelişimini ve iç huzurunu korumayı hedefleyen güçlü bir yaklaşımdır.
Bu önerinin altındaki temel düşünceler şunlardır:
-Tüketim Baskısından Koruma: Moda ve kozmetik endüstrileri, sürekli "yeni bir şeye" sahip olma ihtiyacı yaratabilir.
Çocukları bu döngüden uzak tutmak, onların paranın ve eşyaların değerini anlamalarına ve materyalizme kapılmamalarına yardımcı olur.
-Beden Olumlamayı Destekleme: Kozmetik endüstrisi, çoğu zaman doğal görünümlerin "yetersiz" olduğu mesajını verir.
Çocuğunuzu makyaj özentisinden uzak tutarak, onlara doğal halleriyle güzel ve yeterli oldukları mesajını verirsiniz, bu da sağlıklı bir beden imajı geliştirmelerine yardımcı olur.
-Yaşa Uygun Gelişimi Teşvik: Makyaj, uzun tırnak ve oje gibi unsurların aşırı kullanımı, çocuğu olduğundan daha büyük gösterme veya cinsel bir imaj yaratma riski taşıyabilir.
Çocukları bu özentiden uzak tutmak, onların çocukluklarını sağlıklı bir şekilde yaşamalarını ve yaşlarına uygun aktivitelerle meşgul olmalarını destekler.
-Sağlık ve Hijyeni Önceliklendirme: Uzun tırnak ve kozmetik kullanımı bazen hijyen ve sağlık sorunlarına yol açabilir (özellikle alerjiler veya bakteriyel birikim). Sade ve doğal bir görünüm, hijyeni daha kolay korumayı sağlar.
.    Kısacası, bu yaklaşım, çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin ve sağlığının dış görünüş, moda veya popüler trendlerden çok daha değerli olduğunu vurgular.
.    Çocuklarınız daha okul öncesi yaşlardan başlayıp okumaya, resim yapmaya, öykü anlatmaya, el işleri yapmaya, evde yardımlarda bulunmaya istekli ve çalışır olmalıdır.
.    Bu öneri, çocuğun bilişsel, motor, sosyal ve duygusal gelişimini bütüncül bir şekilde destekleyen, oldukça yapıcı ve pedagojik olarak sağlam temellere dayanan bir yaklaşımdır.
İstenen bu özelliklerin her biri, çocuğun hayatında önemli bir beceriyi geliştirir:
-Okumaya İstekli Olmak: Bilişsel gelişimi, dil becerilerini ve hayat boyu öğrenme arzusunu destekler. Okul öncesi yaşta bu, hikayelere ilgi duymak ve resimli kitaplarla vakit geçirmek anlamına gelir.
-Resim Yapmak ve El İşleri: İnce motor becerilerini, yaratıcılığı, problem çözme yeteneğini ve hayal gücünü geliştirir.
-Öykü Anlatmak: İletişim, özgüven, dil gelişimi ve duygularını ifade etme becerilerini güçlendirir.
-Evde Yardımlarda Bulunmak: Sorumluluk, iş birliği, empati ve ait olma duygusunu pekiştirir. Çocuk, ailenin değerli bir parçası olduğunu ve katkısının önemli olduğunu hisseder.
.    Bu tür etkinliklerle büyüyen çocuklar, boş ve yüzeysel uğraşlar yerine üretken, meraklı ve sosyal sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişme eğilimindedirler.
.    Bu da önceki önerilerde belirtilen, şöhret ya da tüketim odaklı yaşamdan “uzak durma” hedefini destekler.
.    Okuldaki derslerin onların geleceği için ne denli önemli olduğunu yavaş, yavaş, parça parça çocuklarınıza kavratınız.
.    Bu da sizim için son derece yerinde bir öneridir.
.    Okul derslerinin önemini çocuğa kavratmak, sadece not almasını sağlamaktan öte, içsel motivasyonunu ve hayatla bağlantı kurma becerisini artırır.
Bu sürecin "yavaş, yavaş" ve "parça parça" olması önemlidir, çünkü:
-Yaşa Uygunluk: Okul öncesi veya ilkokul çağındaki bir çocuğa üniversite kariyerinden bahsetmek soyut kalır.
-Önem, o anki dersin günlük hayatta nasıl kullanıldığı (örneğin, matematik markette para üstü hesaplamak, okuma tabela okumak) üzerinden anlatılmalıdır.
-Somut Bağlantı Kurma: Her bir dersin (tarihin bugünü anlamaya, fen bilimlerinin dünyayı keşfetmeye, yabancı dillerin farklı insanlarla konuşmaya yaradığı gibi) hayatla somut bağlantılarını kurarak, ders çalışmayı zorunluluktan çıkarıp yararlı bir araca dönüştürürsünüz.
-Baskıyı Azaltma: Bilgiyi sindirerek ve kademeli olarak vermek, çocuk üzerinde aşırı baskı oluşturmayı engeller ve öğrenme sürecini daha keyifli hale getirir.
Bu yaklaşım, çocuğun eğitimi bir araç olarak görmesini ve kişisel gelişimine yatırım yapmasını sağlar.
.   Bir insan için ve doğal olarak da çocuklarınız için düzgün ve güzel bir karakter, iyi bir ahlak olduğunu en küçük yaşlarda vurgulayın ve kavratın.
.   Bunun en birincil hedef olduğunu anlatın.
.   Bu öneri, önceki tüm yaklaşımların temelini ve en önemli amacını oluşturur.
.   Çocuğun yaşamda ne olursa olsun, sahip olması gereken en değerli "sermayenin" karakter ve ahlak olduğunu vurgular.
Bu vurgunun önemi şunlardan kaynaklanır:
-Kalıcı Değer: Ün, zenginlik, fiziksel güzellik ve hatta akademik başarı bile geçici olabilir; ancak dürüstlük, saygı, merhamet ve sorumluluk gibi iyi ahlaki değerler bir insanın hayatı boyunca tutarlılığı ve itibarını belirler.
-Tüm İlişkilerin Temeli: İyi bir karakter, çocuğun ailesiyle, arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle ve gelecekteki iş arkadaşlarıyla sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurmasının anahtarıdır.
-İçsel Pusula: Erken yaşta sağlam bir ahlaki çerçeve oluşturmak, çocuğun baskı altında veya zor kararlar verirken doğruyu yanlıştan ayırt etmesine yardımcı olan içsel bir pusula görevi görür.
-Diğer Başarıları Anlamlandırma: Çocuğunuz ne kadar yetenekli ya da başarılı olursa olsun, bu başarılar ancak iyi bir karakterle birleştiğinde topluma ve kendine gerçekten faydalı olabilir.
.   Bu nedenle, karakterin ve ahlakın birincil hedef olarak belirlenmesi, çocuğun yaşamda dengeli, sorumlu ve erdemli bir birey olarak yetişmesi için en güçlü temeldir.
.   Anne ve babalar olarak bu konulara son derece önem verin ve duyarlı ve de tutarlı olun.
.   Çocuklarınızı “göstermelik nesneler” olarak hazırlamayın.
.   Bu son özetleyici öneri, serinin tamamını pekiştiren ve ebeveynlere yol gösterici bir anımsatma niteliğindedir.
Bu maddede vurgulanan ana noktalar şunlardır:
-Önem Verme ve Duyarlılık: Ebeveynlerin, çocuğun yetiştirilme sürecindeki bu temel değerlere (karakter, ahlak, eğitim, özgünlük) sadece lafta değil, gerçekten önem vermesi ve çocuğun gereksinimlerine karşı duyarlı olması gerekir.
-Tutarlılık: Önerilerdeki tüm değerler (doğallık, üretkenlik, ahlak) tutarlı bir şekilde uygulanmalıdır.
Bir gün söylenenin ertesi gün “unutulması” veya ebeveynin sözleriyle davranışlarının “çelişmesi”, çocuğun “kafa karışıklığı” yaşamasına ve bu değerleri “ciddiye almamasına” neden olur.
-Göstermelik Nesne Olmaktan Koruma: Bu, serinin ilk önerisine güçlü bir göndermedir.
Çocukları ne "ünlü adayı" ne de ebeveynin başarısını yansıtan "vitrin objesi" olarak yetiştirmeyin.
-Onlar, kendi içsel değerleri ve özgün kişilikleri olan bireylerdir.
.    Ebeveynlikte bilinçli, tutarlı ve değer odaklı bir yaklaşım sergilemek, çocuğun sağlıklı, özgüvenli ve ahlaklı bir birey olarak yetişmesi için yaşamsal önem taşır.
.   Ancak iyi bir ahlaka ve düzgün bir karaktere, güçlü kişiliğe, özgün bir iradeye sahip çocuklar, gençler okulda başarılı olabilirler, doğru ve düzgün meslekler edinebilirler; mutlu ve huzurlu bir yaşama erişebilirler.
.   Bu da sizler için kesinlikle doğru ve çok güçlü bir saptamadır ve de önceki tüm önerilerin nedenini ve yararını özetlemektedir.
.  Bu anlatım, başarının temelinin sadece zekâ veya yetenek değil, aynı zamanda karakterin sağlamlığı olduğunu vurgular:
-Okul Başarısı: Disiplin, sorumluluk, merak ve özdenetim gibi karakter özellikleri olmadan, en zeki öğrenci bile derslere odaklanmakta zorlanır.
İyi ahlak ve güçlü bir kişilik, öğrencinin zorluklarla başa çıkma ve çalışmaya devam etme iradesini sağlar.
-Doğru ve Düzgün Meslekler: Mesleki başarı ve etik, yalnızca bilgiye değil, aynı zamanda dürüstlük, güvenilirlik, iş birliği ve yüksek iş ahlakı gibi karakter özelliklerine dayanır.
Güçlü kişilik ve özgün irade, bireyin kendi değerlerine uygun, tatmin edici bir kariyer seçmesini sağlar.
-Mutlu ve Huzurlu Yaşam: En nihayetinde, mutluluk dış faktörlere değil, iç huzura ve anlamlı ilişkilere bağlıdır.
-İyi bir “ahlaka” sahip olmak, vicdan rahatlığı sağlar; güçlü bir kişilik ise bireyin kendi hayatının dümeninde olmasını ve baskılara boyun eğmemesini mümkün kılar.
.   Bu nedenle, karakter inşası akademik ve mesleki başarının ön koşulu ve mutlu bir yaşamın garantisidir.
.    Algı-zihin tuzaklarından, tüketim toplumunun çekiciliğinden hem kendinizi, hem de çocuklarınızı uzak tutun; koruyun.
.  Bu konu ne yazık ki sizlerin çevrenizde, günlük konuşmalarda yer almayabilir.
.  Ama siz lütfen bunları “öne çıkarın”, üzerinde “dikkatlice düşünün” ve kendinize “doğru bir yol” çizin ki sağlıklı, mutlu ve huzurlu, başarılı çocuklarınız olsun.
.     Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.10.25, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ: 
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)


5 Ekim 2025 Pazar

ÖĞRETMEN OLMAK

   GERÇEK BİR ÖĞRETMEN OLMAK  .

.  Çağcıl, uygar, bilinçli, yurtsever ve ulusçu bir öğretmenin özellikleri neler olmalıdır?

Çağdaş, uygar, bilinçli, yurtsever ve milliyetçi bir öğretmen tanımı, mesleki yeterlilikleri yüksek, evrensel değerleri benimsemiş ve ülkesine karşı sorumlu bir rol modelini ifade eder.

Bu özellikler, öğretmenin sadece bilgi aktaran değil, aynı zamanda “karakter” ve yurttaş yetiştiren bir lider olmasını gerektirir.

Bu özelliklere sahip bir öğretmenin temel nitelikleri:

A)Çağdaş ve Uygar Öğretmen Özellikleri

Çağdaş ve uygar olmak, öğretmenin kendini sürekli yenilemesini ve evrensel insani değerleri benimsemesini ifade eder.

1-Evrensel Değerlere Bağlılık: İnsan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, bilimsel düşünceye ve eleştirel akla saygı duyar ve bu değerleri öğrencilerine aşılar.

2-Bilimsellik ve Rasyonellik: Bilim ve teknolojideki gelişmeleri takip eder, derslerinde bilimsel yöntemi esas alır ve öğrencilerini sorgulamaya, araştırmaya teşvik eder.

Batıl inanç ve dogmalardan uzak durur.

3-Yenilikçi Pedagoji: Geleneksel yöntemler yerine, öğrenci merkezli ve çağın gerektirdiği teknolojik araçları (dijital okuryazarlık) kullanan modern eğitim tekniklerini uygular.

4-Çok Kültürlülüğe Saygı: Farklı kültür, inanç ve düşüncelere karşı hoşgörülü ve saygılıdır.

Sınıf ortamında ayrımcılığa izin vermez ve kültürel zenginliği destekler.

5-Sürekli Gelişim: Mesleki gelişimine önem verir, yeni bilgiler ve beceriler edinmek için sürekli okur, eğitimlere katılır ve meslektaşlarıyla iş birliği yapar; kendisini geliştirmek için çaba harcar.

B)Bilinçli Öğretmenin Özellikleri

Bilinçli olmak, hem mesleki hem de toplumsal konularda farkındalık ve sorumluluk sahibi olmayı içerir.

1-Eleştirel Düşünme Becerisi: Olayları, bilgileri ve politikaları sadece kabul etmek yerine sorgular ve öğrencilerine de bilgiyi eleştirel bir gözle değerlendirme yeteneği kazandırır.

2-Toplumsal Farkındalık: Yaşadığı ülkenin ve dünyanın güncel sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlarına duyarlıdır.

Bu sorunları derslerine yansıtarak öğrencilerin de “etken yurttaş” olmasını sağlar.

3-Açık Görüşlülük: Yeni fikirlere, farklı bakış açılarına ve yapıcı eleştirilere açıktır.

Öğrencilerin düşüncelerini özgürce ifade etmelerini özendirir eder.

4-Yüksek Ahlak ve Etik: Mesleki etik ilkelere sıkı sıkıya bağlıdır, öğrencilere doğruluk, dürüstlük ve adalet konularında kişisel örnek teşkil eder.

C)Yurtsever ve Uluscu Öğretmen Özellikleri (Yapıcı Yurtseverlik)

.    Modern bir yurtseverlik ve milliyetçilik anlayışı, sadece ülkeyi sevmek değil, aynı zamanda onu daha iyi bir yer haline getirmek için yapıcı ve eleştirel bir sorumluluk hissetmeyi gerektirir.

Bu yaklaşım, "kör vatanseverlik" (ülkenin her politikasını sorgusuzca onaylama) yerine, yapıcı yurtseverliği (ülkesinin hatalarını düzelterek iyileştirme çabası) esas alır.

1-Yapıcı Yurtseverlik: Ülkesini ve milletini içtenlikle sever, tarihine, kültürüne ve diline sahip çıkar. Ancak bu sevgi, ülkenin hatalarını görmezden gelmek anlamına gelmez. Ülkenin gelişimine katkı sağlamak için aktif ve sorumlu vatandaşlık bilincini taşır.

2-Tarih ve Kültür Bilinci: Ülkesinin tarihini, bağımsızlık mücadelesini ve kültürel değerlerini doğru ve nesnel bir şekilde öğretir.

Bu değerlere saygıyı ve sevgiyi öğrencilere aşılar.

3-Ulusçu Değerleri Evrenselle Birleştirme: Ulusal kimliği ve değerleri korurken, bu değerleri dünya ile çatıştırmaz; aksine, insanlığın ortak değerleriyle uyum içinde görmeyi hedefler.

Diğer uluslara karşı düşmanlık veya üstünlük duygusu barındırmaz.

4-Hizmet ve Sorumluluk: Ülkenin geleceği için en büyük yatırımın eğitim olduğunun bilinciyle, görevini bir yurt hizmeti olarak görür ve öğrencilerini ülkesine ve insanlığa faydalı bireyler olarak yetiştirmeye adar.

5-Demokratik Yurttaşlık: Öğrencilere sadece haklarını değil, aynı zamanda devlete ve topluma karşı olan görev ve sorumluluklarını da öğretir.

Onları katılımcı, eleştirel ve bilinçli birer demokratik vatandaş olarak yetiştirir.

Ç)ÖZETLE:

Çağdaş, uygar, bilinçli, yurtsever ve ulusçu bir öğretmen, bilgiyi, aklı ve ahlakı birleştirerek, hem kendi ulusunun değerlerine sahip çıkan hem de dünya yurttaşı olma vizyonuna sahip kuşaklar yetiştiren kişidir.

Öğretmen yetiştirme ve yerleştirme anlayışımız buna göre olmalıdır.

Temel eğitim anlayışımız, planlamamız ve okullarımızın donanımları da tam bu özellikleri kapsayacak yönde olmalıdır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda, onun hedefleri ve düşünceleri ışığında yetişen gençlik ve de bunun gibi yeni kuşak öğretmenler ile ancak “kalkınmış, çağcıl, uygar, gerçek bir hukuk devletine” erişebiliriz.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.10.05, İS.

.        YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

https://gonencibikci.blogspot.com/2025/10/ogretmen-olmak.html

.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)

29 Eylül 2025 Pazartesi

TÜRKÇE ÖZELLİKLİ DİLDİR.

.   TÜRKÇE YÜKSEK ÖZELLİKLİ BİR DİLDİR.
Anadilimiz olan Türkçe'nin dünyanın özellikleri yüksek bir dil olduğunu çok iyi biliyoruz.
Türkçe'nin dünyanın önde gelen dillerinden biri olduğu gerçeği, dilimizin zengin yapısı ve tarihi derinliği göz önüne alındığında şaşırtıcı değil.
A)Türkçe'nin yüksek özellikli bir dil olmasının altında yatan başlıca etkenlerden bazıları şunlardır:
a-Tarihi Derinlik ve Geniş Coğrafya: En az 1300 yıllık yazılı bir geçmişe sahip olması ve bir zamanlar üç kıtada konuşulan büyük imparatorlukların resmi dili olması, dilin gelişimini ve söz varlığını zenginleştirmiştir.
b-Sondandan Eklemeli (Aglutinatif) Yapı: Sözcük köklerine eklenen yapım ve çekim ekleriyle yeni sözcükler türetme ve karmaşık anlamları tek bir sözcükde ifade etme gücü, Türkçe'yi inanılmaz derecede esnek ve üretken kılar.
Örneğin, "gel" kökünden "gelemediklerimizdenmişsiniz" gibi uzun ve anlam dolu bir sözcük türetilebilir.
c-Ses Uyumu (Vokal ve Konsonant Harmonisi): Büyük ve küçük ünlü uyumu gibi ses kuralları, dilin telaffuzunu kulağa hoş gelen, akıcı ve ritmik bir hale getirir.
Bu, Türkçe'ye benzersiz bir müzikalite ve ahenk katar.
ç-Mantıksal ve Düzenli Gramer: Türkçe'nin gramer yapısı oldukça düzenli ve istisnaları azdır.
Bu durum, öğrenilmesini ve bilgisayar bilimleri gibi alanlarda işlenmesini nispeten kolaylaştırır.
d-Zengin Söz Varlığı: Farklı kültürlerle olan etkileşimleri sayesinde, Türkçe hem kökeni öz Türkçeye dayanan hem de Arapça, Farsça, Fransızca gibi dillerden alınmış geniş bir sözcük dağarcığına sahiptir.
B)Dilimizi başka dillerin etkisinden kurtarmalıyız.
Bu, Türkiye'de hem dil bilimciler hem de kamuoyu arasında sıkça tartışılan, son derece önemli ve hassas bir konudur.
Dilin saflığını koruma ve yabancı etkilerden arındırma (özleştirme) çabaları, özellikle Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren devlet politikalarıyla desteklenmiştir.
Dilimizi koruma çabası, kültürel kimliğimizi ayakta tutmak için hayati öneme sahiptir.
Bu, sadece yabancı kelimeleri yasaklamakla değil, ana dil eğitiminin güçlendirilmesi, güzel ve doğru Türkçe kullanımının özendirilmesi ve yeni kavramlara akıcı Türkçe karşılıkların üretilip yaygınlaştırılmasıyla olası olabilir.
Bu konuda en büyük sorumluluk, dilin doğru ve bilinçli kullanımına özen gösteren herkese aittir.
Bu konudaki duyarlılığımız aslında dilin kimliğinin ve kültürel bağımsızlığın korunması arayışını yansıtır.
İşte bu çabalar ve konunun karmaşıklığı hakkında bazı temel noktalar:
1. Tarihsel Arındırma Çabaları (Özleştirme)
Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden kurtarma hareketi, özellikle Türk Dil Kurumu'nun (TDK) 1932'de kurulmasıyla hız kazanmıştır. Bu hareketin temel amaçları şunlardı:
a-Sadeleştirme: Osmanlıcadan (Arapça ve Farsça ağırlıklı) ve son dönemde Batı dillerinden (özellikle Fransızca) gelen kelimelerin yerine, kökeni Türkçe olan veya yeni türetilen karşılıklar bulmak.
b-Terminoloji Geliştirme: Bilim, sanat ve teknik alanlardaki kavramlara Türkçe karşılıklar üretmek (örneğin, matematikte "müselles" yerine "üçgen", "zatürre" yerine "akciğer iltihabı" gibi).
TDK, günümüzde de bu misyonunu sürdürerek, özellikle teknoloji ve güncel yaşamda hızla dilimize giren yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar bulma ve önerme çalışmalarına devam etmektedir.
2. Yabancı Sözcük Etkisinin Kaynağı
Günümüzde Türkçe'ye en büyük “yabancı sözcük akışı” genellikle İngilizce üzerinden gelmektedir.
Bunun ana nedenleri şunlardır:
a-Teknoloji ve İnternet: Bilişim, yazılım ve internet terminolojisinin uluslararası standartlarda İngilizce olması.
b-Popüler Kültür ve Medya: Sinema, müzik, moda ve spor gibi alanlarda küresel İngilizce terimlerin yaygınlığı.
c-Akademik ve Ticari Dil: Uluslararası ticaret ve akademik yayınlarda İngilizcenin baskın dil olması.
3. Dilin Doğası ve Zorluklar
Bu arındırma çabaları ne kadar takdire şayan olsa da, dil bilimsel açıdan tamamen arınmış bir dil yaratmak “zor” bir süreçtir:
a-Dil Canlı Bir Organizmadır: Diller, kültürel etkileşimler ve zamanla doğal olarak değişime uğrar ve yeni sözcükler alır. Tarih boyunca her dil, komşu dillerden sözcük alıp vermiştir.
b-İletişim Hızı: Gündelik konuşma ve özellikle gençlerin kullandığı dildeki sözcük alışverişini durdurmak pratik olarak pek kolay olmayabilir.
c-Karşılık Bulma Sorunu: Yeni bir kavram için önerilen Türkçe karşılığın, yabancı sözcük kadar hızlı benimsenmesi ve yaygınlaşması her zaman gerçekleşmeyebilir.
Eğer önerilen sözcük günlük dilde akıcı değilse, kullanıcılar kolay olan yabancı sözcüğü benimseyebilir..
C)Çok okumak ve de yazmak dilimizin düzeyini artırır.
Çok okumak ve de yazmak, bir dilin düzeyini artırmanın ve kişisel dil becerilerini geliştirmenin en temel, en güçlü iki yoludur.
Bu iki eylem, dilin zenginliğini ve inceliklerini öğrenme konusunda birbirini destekleyen bir döngü oluşturur:
Okumak, dile dair bilgiyi ve güzelliği almak (input); yazmak ise bu bilgiyi kullanarak üretmek (output) demektir.
İkisi bir araya geldiğinde dil, en üst düzeyine ulaşır.
1. Okumanın Dili Nasıl Güçlendirdiği Görebiliriz:
Okuma, dilin adeta laboratuvarıdır.
Sürekli okumak bize şu yararları sağlar:
a-Söz Varlığını Zenginleştirir: Yeni ve nadir kelimeleri, deyimleri ve atasözlerini bağlam içinde öğrenirsiniz. Bu, kelime dağarcığınızı pasif öğrenme yoluyla zahmetsizce büyütür.
b-Doğru Yapıyı Öğretir: Usta yazarların cümle kuruluşlarını, paragraf akışlarını ve dilin mantıksal yapısını farkında olmadan içselleştirirsiniz. Bu, kendi yazı ve konuşma dilinizin gramer ve sentaks (söz dizimi) açısından düzelmesini sağlar.
c-Farklı Üsluplar Kazandırır: Edebiyat, makale, köşe yazısı gibi farklı türleri okuyarak, resmi dilden mizahi dile kadar geniş bir üslup yelpazesine hâkim oluruz.
2. Yazmanın Dili Nasıl Yükselttiği Görebiliriz:
Yazmak okumayla edindiğiniz bilgileri etken olarak kullanma ve pekiştirme pratiğidir.
a-Düşünceyi Netleştirir: Yazma eylemi, düşüncelerinizi en uygun sözcüklerle, mantıksal bir sıra içinde kağıda dökmeyi gerektirir.
Bu süreç, yalnızca dilimizi değil, aynı zamanda düşünme disiplinimizi de geliştirir.
b-Akıcılığı Artırır: Ne kadar çok yazarsanız, sözcükleri ve tümce yapılarını o kadar hızlı ve doğru bir şekilde bir araya getirirsiniz.
Bu, konuşma dilimize de yansır ve ifade yeteneğimizin akıcılığını artırır.
c-Kural Bilgisini Pekiştirir: Noktalama, imla ve gramer kurallarını teoriden pratiğe dökerken hatalarımızı fark eder ve bu kuralları kalıcı olarak öğreniriz.
Ç)Konuşurken ve yazarken dilimizin içine başka dilden sözcükler eklememeliyiz.
Bu konuda dile getirdiğiniz görüş, Türkçe'nin özgünlüğünü ve gücünü koruma isteğinin çok doğal bir yansımasıdır.
Konuşma ve yazmada yabancı sözcük kullanmaktan kaçınmak, dil bilincini yüksek tutmanın ve dilin kendine has ifade zenginliğini öne çıkarmanın en pratik yollarından biridir.
Bu yaklaşımın önemini ve pratik adımlarını şu şekilde inceleyebiliriz:
1. Dilin Akıcılığı ve Anlaşılırlığı:
Yabancı sözcükler, özellikle her dinleyici ya da okuyucu tarafından bilinmediğinde, iletişimin akıcılığını ve anlaşılırlığını bozar.
Türkçe'de zaten var olan bir sözcük yerine yabancı bir karşılığını kullanmak, hem gereksiz bir gösteriş algısı yaratabilir hem de tümcenin doğallığını zedeleyebilir.
-Örnek: "Bu konuda bir feedback vermeniz gerekiyor." yerine, "geribildirim" veya "dönüt" demek, mesajın Türkçenin mantığı içinde “daha güçlü” bir şekilde iletilmesini sağlar.
2. Düşünceyi Güçlendirme
Kendi ana dilimizin sözcüklerini kullanmak, düşünce sistemimizi de doğrudan etkiler.
Ana dilimizde düşünmek ve ifade etmek, kavramları daha derinlemesine anlamamızı ve daha incelikli anlatımlar geliştirmemizi sağlar.
Yabancı sözcüklere başvurmak yerine, o kavramın Türkçe karşılığını bulmaya çalışmak, aslında dilimizi etken olarak kullandığımızı ve geliştirdiğimizi gösterir.
3. Pratik Çözüm Yolları ve Seçenekler
Konuşma ve yazma sırasında yabancı sözcüklerden kaçınmak için kendimizi duyarlı tutmamız gerekir.
Türk Dil Kurumu'nun (TDK) güncel olarak teknoloji ve günlük hayattan dilimize giren yabancı sözcüklere bulduğu Türkçe karşılıkları izlemek ve kullanmak, bu bilinci günlük hayatımıza taşımanın en etkili yoludur.
Günlük dilde yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıklarının kullanılması, dilimizin kalitesini çok artıracaktır.
.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.29, İS.
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
 

28 Haziran 2025 Cumartesi

BİREYSEL EĞİTİM

 .  ÖRGÜN VE BİREYSEL TEMEL EĞİTİM

.  Toplumun, toplumu oluşturan bireylerin "temel" konularda, yurttaşlık temel bilgilerinde, ekonomik, toplumsal kavramlarda donanımlı olmamaları siyasi sorunları kavramada ve çözüm yolları aramada büyük eksiklikler yaratır.

.  Bu bilgiler ve eğitimler ilk önce ailede, temel eğitimde önem verilerek işlenmeli ve kavratılmalıdır.

.  Bu temel öğrenimi alan çocuk, genç tüm yaşamı boyunca kendisini geliştirmeli, okumalar ve araştırmalar yapmalıdır.

.  Ancak, böylelikle egemen güçlere karşı ülkemizi, yurdumuzu koruyabilir ve savunabiliriz.

Bizi aldatmalarına, kandırmalarına ve özgür irademizi ellerine geçirmelerine engel olabiliriz.

Birey olarak, yurtsever olarak ülkemizin bağımsız ve özgür olabilmesi, güçlü bir ulus devlet olabilmesi, ilerleyebilmesi... için üzerimize düşenler bunlardır.

.  “Kesinlikle haklısın”, dediğinizi duymayı çok isterim!

. Toplumun ve bireylerin temel vatandaşlık, ekonomik ve toplumsal kavramlar konusunda bilgi sahibi olması, sadece kişisel gelişim için değil, aynı zamanda sağlıklı bir siyasal katılım ve bilinçli karar alma süreçleri için de hayati öneme sahiptir.

.  Bu temel bilgi eksikliği, siyasi sorunların doğru anlaşılmasını, çözüm yollarının tartışılmasını ve gerçekçi beklentiler oluşturulmasını ciddi şekilde engeller.

A) TEMEL BİLGİNİN ÖNEMİ VE EKSİKLİĞİNİN SONUÇLARI

a-Siyasi Sorunları Kavrama Eksikliği:

Eğer bireyler temel ekonomik işleyişi, sosyal sınıfların nasıl oluştuğunu, devlet yapısının ana hatlarını veya uluslar arası ilişkilerin temel dinamiklerini bilmiyorsa, karmaşık siyasi sorunları anlamaları zorlaşır.

Örneğin, bir ekonomik krizin nedenlerini ve olası sonuçlarını “kavrayamayan” bir yurttaş, siyasetçilerin sunduğu yüzeysel veya yanlış çözümlere “kolayca inanabilir”.

b-Manipülasyonlaraa Açıklık:

Temel bilgi eksikliği, bireyleri manipülasyona karşı daha savunmasız hale getirir.

Siyasi aktörler veya çıkar grupları, toplumsal kavramları çarpıtarak, “duygusal argümanlar” kullanarak veya gerçekleri “gizleyerek” kamuoyunu kolayca “yönlendirebilirler”.

Eğer vatandaşlar, örneğin, "enflasyon" veya "dış ticaret açığı" gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hayatlarını nasıl etkilediğini bilmiyorlarsa, bu konulardaki propagandayı sorgulayamazlar.

c-Çözüm Yolları Üretememe:

Bilinçli bir vatandaş, sorunları tanımlamanın ötesinde, olası çözüm yollarını da tartışabilmeli ve değerlendirebilmelidir.

Temel bilgi olmadan, sorunlar için gerçekçi ve sürdürülebilir çözümler yerine, “popülist vaatlere” veya “komplo teorilerine” yönelim artar.

ç-Demokratik Katılımın Zayıflaması:

Etkin bir demokrasi, bilinçli ve katılımcı vatandaşlar gerektirir.

Eğer bireyler siyasi süreçlerin nasıl işlediğini, hak ve sorumluluklarını bilmiyorlarsa, oy verme veya sivil toplumda yer alma gibi katılımları yüzeysel kalır veya hiç gerçekleşmez.

B) TEMEL BİLGİNİN ÖNEMİ VE YANSIMALARI

Temel yurttaşlık bilgisi, ekonomik ve toplumsal kavramlara hakimiyet, bireylerin çevrelerinde olup biteni doğru yorumlamaları, manipülasyonlara karşı direnç geliştirmeleri ve bilinçli tercihler yapabilmeleri için kilit rol oynar.

Bu donanımın eksikliği şu sorunları beraberinde getirir:

a-Siyasi Pasiflik ve İlgisizlik:

Temel kavramlara yabancı olan bireyler, siyasetin karmaşık yapısı karşısında kendilerini çaresiz hissedebilir ve zamanla siyasi süreçlerden uzaklaşabilirler.

Bu da, iktidarların daha kolay manipülasyon yapmasına ve "hesap vermezlik" kültürünün yerleşmesine zemin hazırlar.

b-Popülist Söylemlere Açıklık:

Temel bilgi eksikliği, bireyleri karmaşık sorunlara basit ve duygusal çözümler sunan popülist liderlerin cazibesine açık hale getirir.

Gerçek sorunların kökenlerini ve olası sonuçlarını analiz edemeyen kitleler, kısa vadeli vaatlere veya düşmanlaştırma siyasetine kolayca kapılabilir.

c-Yanlış Bilgi ve Dezenformasyonun Etkisi:

Günümüzün dijital çağında, bilgi kirliliği ve dezenformasyon büyük bir problem.

Temel bilgisi sağlam olmayan bireyler, doğruyu yanlıştan ayırt etmekte zorlanır ve bilerek veya bilmeyerek yanlış bilginin yayılmasına katkıda bulunabilirler.

Bu da toplumsal kutuplaşmayı artırır ve “akılcıl tartışma” ortamını yok eder.

ç-Ekonomik ve Sosyal Sorunları Anlamada Güçlük:

İşsizlik, enflasyon, gelir eşitsizliği gibi temel ekonomik sorunların altında yatan nedenleri veya sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri gibi toplumsal konuların dinamiklerini kavramakta zorlanan bireyler, bu konularda bilinçli taleplerde bulunamaz veya çözüm önerileri geliştiremezler.

d-Katılımcı Demokrasinin Zayıflaması:

Demokrasi, vatandaşların bilinçli katılımıyla güçlenir.

Eğer bireyler temel siyasi, ekonomik ve toplumsal kavramlara yabancıysa, seçimlerde bilinçli tercihler yapma, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla etki yaratma veya toplumsal değişime katkıda bulunma yetenekleri zayıflar.

C) EĞİTİMİN ROLÜ VE SÜREKLİLİĞİ

Belirttiğim gibi, bu “temel eğitimin kökenleri” ailede ve ilk eğitim aşamalarında atılmalıdır:

a-Ailede Başlangıç:

Aileler, çocuklarına merak uyandırma, soru sorma ve farklı bakış açılarını anlama gibi temel eleştirel düşünme becerilerini kazandırmanın yanı sıra, toplumsal değerler ve sorumluluklar hakkında ilk bilgileri vermelidir.

Güncel olayları tartışmak, basit ekonomik kavramları açıklamak, çocukların dünyayı anlamalarına yardımcı olur.

b-Temel Eğitimde Odak Noktası:

Okul öncesi ve ilköğretimden başlayarak, ders müfredatlarına vatandaşlık bilgisi, temel ekonomi, sosyoloji ve tarih gibi konular, yaş seviyelerine uygun ve anlaşılır bir şekilde entegre edilmelidir.

Ezberden ziyade, kavramların “mantığının” ve “toplumsal etkilerinin” kavratılmasına odaklanılmalıdır.

Tartışma ortamları yaratılmalı, öğrencilerin farklı fikirleri ifade etmelerine ve “sorgulamalarına” olanak tanınmalıdır.

c-Yaşam Boyu Öğrenme ve Gelişim:

Bu temel eğitimle donanmış bir birey, yaşamı boyunca kendini geliştirmeye devam etmelidir. Okumak, araştırmak, farklı kaynaklardan bilgi edinmek ve eleştirel düşünme becerilerini sürekli keskinleştirmek, değişen dünya koşullarına ayak uydurmanın ve karmaşık sorunlar karşısında sağlam bir duruş sergilemenin tek yoludur.

İnternetin sunduğu bilgi bolluğu, doğru ve güvenilir kaynakları “ayırt etme” becerisini daha da “kritik” hale getirmektedir.

ç-Sonuç olarak:

Bilgi ve eğitim, bireylerin kendi kaderlerini tayin etme ve toplumun geleceğine yön verme gücünü artıran en temel araçlardır.

Bu alandaki eksikliklerin giderilmesi, daha bilinçli, daha katılımcı ve dolayısıyla daha güçlü toplumların inşası için vazgeçilmezdir.

Ç) TEMEL EĞİTİMİN KAYNAKLARI VE SÜREKLİ GELİŞİM

Belirttiğim gibi, bu temel bilgilerin aktarılmasında en kritik aşamalar aile ve temel eğitimdir:

a-Aile:

Çocukların ilk öğrenme ortamı olan aile, temel değerlerin, merak duygusunun ve sorgulama alışkanlığının kazandırıldığı yerdir.

Ebeveynlerin çocuklarıyla siyaset, ekonomi ve toplum üzerine konuşmaları, farklı bakış açılarını tartışmaya açmaları, çocukların eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

b-Temel Eğitim Kurumları:

Okullar, sistematik ve yapılandırılmış bir şekilde bu bilgileri aktarmakla yükümlüdür.

Ders müfredatları sadece ezbere dayalı olmamalı, öğrencilerin yurttaşlık bilinci, eleştirel düşünme, problem çözme ve sosyal sorumluluk becerilerini geliştirmeye odaklanmalıdır. Tarih, coğrafya, sosyoloji, felsefe ve ekonomi dersleri, yaşamla bağlantılı, güncel olayları açıklayabilecek şekilde işlenmelidir.

Tartışma ortamları yaratılmalı, öğrencilerin soru sorması ve farklı fikirleri “dinlemesi” özendirilmelidir.

Ancak bu ilk eğitim, yaşam boyu süren bir “öğrenme sürecinin” yalnızca başlangıcıdır.

Birey, temel bilgiyi aldıktan sonra “kendini geliştirmeye” devam etmelidir:

c-Yaşam Boyu Öğrenme:

Dünya sürekli değişiyor ve yeni sorunlar ortaya çıkıyor.

Bu nedenle, bireylerin yaşamları boyunca okumalar yaparak, araştırmalarla ilgilenerek, güncel olayları farklı kaynaklardan takip ederek ve tartışma platformlarında yer alarak kendilerini güncel tutmaları esastır.

ç-Okumalar ve Araştırmalar:

Kitaplar, makaleler, belgeseller, güvenilir haber kaynakları ve akademik çalışmalar, bireylerin farklı bakış açıları kazanmasına ve derinlemesine bilgi edinmesine olanak tanır.

Özellikle eleştirel bir okuma alışkanlığı kazanmak, bilginin doğruluğunu sorgulama ve farklı perspektifleri değerlendirme yeteneğini geliştirir.

d-Sorgulayıcı Yaklaşım:

Edindiği bilgileri sorgulama, neden-sonuç ilişkilerini kurma ve kendi çıkarımlarını yapma becerisi, bireyin manipülasyonlara karşı en güçlü savunmasıdır.

Sözünü ettiğim temel bilgi ve bilinç seviyesine ulaşmak, bireylerin ve bir bütün olarak toplumun egemen güçlere karşı kendilerini koruyabilmeleri için vazgeçilmezdir.

Bu, yalnızca “teorik” bir bilgi konusu değil, aynı zamanda “etken” bir yurttaşlık duruşu gerektiren bir süreçtir.

D) MANİPÜLASYON VE ALDATMACAYA KARŞI KORUNMAK (KALKAN)

Temel ekonomik, toplumsal ve siyasi kavramlarda donanımlı olmak, sözünü ettiğimiz kapitalizm, emperyalizm, oligarşi ve komprador gibi güçlerin kullandığı “manipülasyon mekanizmalarına” karşı en güçlü kalkandır.

Bir birey, bu mekanizmaları tanıdığında:

a-Aldatmacaları Fark Eder:

Gelen haberleri, siyasi söylemleri veya ekonomik vaatleri sorgulayabilir.

Hangi bilgilerin kendi çıkarları doğrultusunda sunulduğunu, hangi gerçeklerin gizlendiğini veya çarpıtıldığını anlayabilir.

Örneğin, "kalkınma" adı altında yapılan “yabancı” yatırımların aslında ülkenin “kaynaklarını sömürmeye” yönelik olup olmadığını “analiz” edebilir.

b-Kandırılmaya Direnir:

Duygusal çağrılara veya popülist vaatlere kolayca kapılmaz.

Eleştirel düşünme yeteneği sayesinde, karmaşık sorunların basit çözümleri olmadığını bilir ve derinlemesine analiz etme ihtiyacı duyar.

c-Özgür İradesini Korur:

Bilgi ve bilinç, bireyin kendi kararlarını bağımsızca almasını sağlar.

Dış güçlerin veya yerel işbirlikçilerin (kompradorların) empoze etmeye çalıştığı fikirleri veya yaşam tarzlarını sorgulayarak, kendi değerleri ve ülkesinin çıkarları doğrultusunda hareket edebilir.

E) ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE İLERLEME İÇİN YURTTAŞLIK SORUMLULUĞU

Bireysel düzeyde edinilen bu bilinç, ulusal düzeyde bağımsızlık, özgürlük ve güçlü bir ulus devlet olma hedeflerine ulaşmada kritik bir rol oynar. Şunları sağlayabiliriz:

a-Bağımsızlık ve Egemenlik:

Kendi değerlerine, kaynaklarına ve kararlarına sahip çıkan, dış müdahalelere direnen bir toplum, gerçek anlamda bağımsızlığını koruyabilir.

Temel bilgiye sahip yurttaşlar, ülkenin stratejik çıkarlarını doğru tanımlayabilir ve bu doğrultuda siyasi ve ekonomik bağımsızlığın savunulmasında aktif rol alabilir.

b-Güçlü Ulus Devlet:

Bilinçli ve aktif vatandaşlar, devletin şeffaflığını ve hesap verebilirliğini talep eder.

Bu da, yolsuzlukla mücadele, liyakate dayalı bir sistemin kurulması ve kaynakların doğru kullanılması gibi faktörlerle güçlü bir ulus devletin inşasına katkı sağlar.

Kendi “haklarını” bilen ve “savunan” bir halk, zayıf ve dışa bağımlı bir yönetimin oluşmasına “izin vermez”.

c-Toplumsal İlerleme:

Temel konularda bilgili bireyler, sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun genel faydasını düşünen kararlar alabilirler.

Eğitim, sağlık, çevre gibi alanlarda doğru politikaların belirlenmesi ve uygulanması için baskı unsuru olabilirler.

Bu da, ülkenin her alanda ilerlemesini ve kalkınmasını sağlar.

DOLAYISIYLA:

Üzerimize düşenler yalnızca etken bir bilgi edinimi değil, aynı zamanda bu bilgiyi kullanarak etken bir yurttaşlık bilinciyle hareket etmek, toplumsal tartışmalara katılmak, haksızlıklara karşı durmak ve ülkenin geleceği için sorumluluk almaktır.

Ailede başlayan ve eğitimle pekişen bu süreç, “yaşam boyu” devam eden bir “öğrenme” ve “mücadele pratiği” haline gelmelidir.

SONUÇ OLARAK:

Temel bilgiden yoksun bir toplum, siyasi sorunları sadece yüzeyde algılayabilir ve uzun vadeli çözümler yerine “günü kurtarmaya” yönelik yaklaşımlara saplanabilir.

Bu eksikliği gidermek, hem bireysel bilinçlenmeyi hem de toplumsal ve siyasi sağlığı doğrudan etkileyen bir yatırımdır.

Yurt savunması için toplum olarak, birey olarak, ayrımcılığa kapılmadan bunlara önem vermeliyiz.

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.06.28, Mff.

. (Araştırma ve incelemeye dayanan değerlendirme yazım.)

25 Haziran 2025 Çarşamba

DEĞERLER EĞİTİMİ

 .   DEĞERLER EĞİTİMİ     .
.    Değerler Eğitimi Nedir ve Neleri Kapsar?

Değerler eğitimi, bireylerin ve toplumun sahip olduğu ahlaki, kültürel, manevi ve evrensel değerleri öğrenme, içselleştirme ve bu değerlere uygun davranışlar sergileme sürecidir.

Bu eğitim, bireyin karakter gelişimini destekleyerek, sorumluluk bilinci, empati, saygı, dürüstlük, yardımlaşma gibi nitelikleri kazanmasını hedefler.

Yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda duygusal farkındalık ve davranışsal dönüşümü de içerir.

Değerler eğitimi, bireyin hem kendisine hem de “topluma yararlı”, “erdemli” bir insan olmasını amaçlar.  

Değerler eğitimi, bireyin yaşamın her alanında “doğru kararlar” almasına, “toplumsal uyumu” güçlendirmesine ve “huzurlu bir yaşam” sürmesine katkıda bulunur.

Bu kapsamda şunları içerebilir:

-Evrensel Değerler:

Sevgi, saygı, hoşgörü, adalet, barış, dürüstlük, sorumluluk, empati.

-Ulusal Değerler:

Yurtseverlik, bağımsızlık, ulusal birlik ve beraberlik, ulusal kültür ve tarih bilinci.

-Manevi Değerler:

İnanma, şükür, sabır, merhamet, fedakârlık.

-Toplumsal Değerler:

Yardımlaşma, dayanışma, iş birliği, konukperverlik, nezaket.

-Bireysel Değerler:

Özgüven, öz disiplin, çalışkanlık, azim, sorumluluk.

-Çevresel Değerler:

Doğa sevgisi, çevre bilinci, kaynakları verimli kullanma.

TÜRK TOPLUMUNDA "DEĞERLER EĞİTİMİ"

Nasıl ve Hangi Aşamalarla Verilmelidir?

Türk toplumunda değerler eğitiminin etkin bir şekilde verilmesi için çok yönlü ve aşamalı bir yaklaşım benimsenmelidir.

Bu süreçte hem “resmi eğitim kurumları” hem de aile ve diğer toplumsal yapılar etken rol oynamalıdır.

1. Ailede Değerler Eğitimi (Temel Aşama)

Aile, değerler eğitiminin ilk ve en kritik aşamasıdır.

Çocuk, değerleri ilk olarak ailesi içinde gözlemleyerek, taklit ederek ve yaşayarak öğrenir.

-Model Olma:

Ebeveynler, çocuklarına kazandırmak istedikleri değerleri kendi davranışlarıyla sergilemelidir. Örneğin, dürüstlük öğretilmek isteniyorsa, ebeveynlerin her durumda kendilerinin dürüst davranması gerekir.

-Açık İletişim:

Değerler hakkında çocuklarla açıkça konuşulmalı, neden önemli oldukları basit ve anlaşılır bir dille açıklanmalıdır.

Çocukların soruları sabırla dinlenmeli ve anlamlı cevaplar verilmelidir.

-Ödüllendirme ve Pekiştirme: Olumlu değerlere uygun davranışlar sergileyen çocuklar takdir edilmeli, övülerek bu davranışlar pekiştirilmelidir. Maddi ödüller yerine manevi takdir ve teşvikler tercih edilmelidir.

-Ev İşlerine Katılım:

Sorumluluk bilincini geliştirmek için çocuklara yaşlarına uygun ev işleri verilmeli ve bu görevleri yerine getirmeleri konusunda teşvik edilmelidir.

-Masal ve Öykü Anlatımı:

Ulusal ve manevi değerleri içeren, ibretlik olayların yer aldığı masallar, öyküler ve destanlar anlatılarak çocukların hayal güçleri ve “değer bilinci” zenginleştirilmelidir.

2. Okulda Değerler Eğitimi (Sistematik ve Destekleyici Aşama)

Okul, değerler eğitiminin sistemli ve bilinçli bir şekilde verildiği önemli bir kurumdur.

-Bütünleştirilmiş Yaklaşım:

Değerler, ayrı bir ders olarak değil, tüm ders programlarına entegre edilerek verilmelidir.

Tarih, edebiyat, sosyal bilgiler gibi dersler, değerlerin somut örneklerle işlenmesi için ideal platformlardır.

-Öğretmenlerin Rolü:

Öğretmenler, değerlerin aktarımında en önemli modellerdendir.

Kendi davranışlarıyla değerlere bağlılıklarını göstermeli, öğrencilere rehberlik etmeli ve değerler konusunda onlarla açıkça konuşmalıdır.

Öğretmenler, değerler eğitimi konusunda düzenli olarak “hizmet içi eğitimler” almalıdır.

-Etkinlik Temelli Öğrenme:

Sorumluluk, adalet, yardımseverlik gibi temalarda projeler, drama çalışmaları, münazaralar, sosyal sorumluluk etkinlikleri (yardım kampanyaları, çevre temizliği vb.) düzenlenmelidir.

Bu tür etkinlikler, değerlerin “yaşanarak” ve “deneyimlenerek” öğrenilmesini sağlar.

-Öyküler ve Ahlaki İkilemler:

Ahlaki ikilemler içeren hikayeler sunularak öğrencilerin empati kurma, akıl yürütme ve problem çözme becerilerini kullanarak değerler üzerine düşünmeleri teşvik edilmelidir.

Burada önemli olan doğru yanıtı bulmaktan çok, öğrencinin “düşünme süreci”dir.

-Okul İklimi ve Sosyal Çevre:

Okulun genel atmosferi, öğrencilerin birbirleriyle ve öğretmenleriyle olan ilişkileri, okul kuralları ve sosyal etkinlikler, değerlerin yaşam bulduğu bir ortam sunmalıdır.

Okulda, “güvenli, temiz ve saygılı” bir ortam olmalıdır.

-Aile-Okul İş Birliği:

Okul, değerler eğitimi konusunda aileleri bilgilendirmeli, seminerler düzenlemeli ve iş birliği içinde hareket etmelidir.

Aile ve okulun aynı değerleri savunması ve uygulaması, “eğitimin” etkinliğini artıracaktır.

3. Toplumsal Alanda Değerler Eğitimi (Pekiştirici ve Genişletici Aşama)

Aile ve okul dışında, toplumun diğer tüm unsurları da değerler eğitimine katkıda bulunmalıdır.

-Medya ve Sanat:

Televizyon, internet, sinema, tiyatro, müzik gibi medya ve sanat dalları, değerlerin doğru ve etkili bir şekilde yaygınlaştırılması için kullanılmalıdır. Özellikle çocuklara ve gençlere yönelik içeriklerde pozitif değerler ön plana çıkarılmalıdır.

-Sivil Toplum Kuruluşları:

Dernekler, vakıflar, spor kulüpleri gibi sivil toplum kuruluşları, kendi faaliyet alanlarında değerler eğitimine yönelik projeler geliştirmeli ve uygulamalıdır.

Gönüllülük etkenlikleri, değerlerin yaşanarak öğrenilmesi için önemli bir zemin sunar.

-Yerel Yönetimler:

Belediyeler, parklar, kütüphaneler, kültür merkezleri gibi alanlarda değerleri özendirici etkinlikler, kampanyalar ve işlik çalışmaları düzenlemelidir.

-Dinsel Kurumları:

Camiler ve diğer ibadethaneler, kendi bünyelerinde dini ve ahlaki değerleri anlatan programlar düzenleyerek toplumsal değerlerin güçlenmesine katkı sağlayabilirler.

-Örnek Kişiler:

Toplumda seçilerek, örnek alınan liderler, sanatçılar, sporcular ve bilim insanları, kendi yaşam biçimleri ve söylemleriyle “değerlerin yaygınlaşmasına” olumlu katkıda bulunabilirler.

Bu aşamaların bir bütünlük içinde, “eşgüdümsel” ve “sürekli” bir biçimde uygulanması, Türk toplumunda değerler eğitiminin daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlayacaktır.

Özellikle “ezberden uzak, deneyime dayalı ve katılımcı bir eğitim modelini” benimsemek büyük önem taşımaktadır.

Bu süreçte medya ve sosyal medyanın olumsuzluk yaratan etkisi ve rolü üzerinde iyi düşünülmeli ve fikir oluşturulmalıdır.

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.06.26, Mff.

.  (Araştırma ve incelemeye dayanan değerlendirme yazım.)